16 Kasım 2011

2012'ye gidemedik..



Beklenilen sonucu sonunda aldık ve resmi olarak kesinleşti. Bundan sonrası için bir kaç cümle kurmak gerekebilir:

-Futbol değişir ve gelişir iken teknik direktörlerin oyunculardan istedikleri eylemler de farklılaştı. Kötü bir ülkede kötü eğitilmiş futbolcularla beraber modern bir teknik direktörün başarı şansı çok fazla yok. Oyunculardan talep edilen ağır yükümlülükler genç yaşlarda doğru eğitim ile kazandırılmadığı sürece "artık" gerçekleşemiyor. Almanya yeni oyuncu modelini oluşturmaya bu yüzden ilk etapta 11 ile 14 yaş aralığını koyarak başladı.Dahası içerisinde pedagojik eğitimi de ekleyerek bireysel yeteneği fazla olan oyuncuları takım oyuncusu yapmak için çaba harcadı. Devrime deyim yerindeyse futbolcudan başladı zira modern teknik direktörlerin ellerinde doğru eğitilmiş oyuncular olmadığı sürece başarısız olacağı kaçınılmaz bir gerçekti. Eskiden bu böyle değildi zira o dönemin futbolunun futbolcusundan beklediği her an kazanılabilecek özellikler bugüne göre daha basit isteklerdi. Biz bugünün futbolunda dünyanın en iyisini getirirsek bu fayda değil tam da bu yüzden zarar getirir. Yeni futbolcu yeni ve modern teknik adamın başarılı olmasını sağlar. İkisinin birleşimi de yeni ve sürekliliği olan futbolu doğurur. Futbolcudan ya da elindeki malzemeden bağımsız başarılı olabilecek teknik direktör bugün artık mümkün değil.

-Birazda tersten bakalım bu işe. Ekonomik durumu ortada olan ülkenin futbolun başına getireceği teknik direktöre vereceği paranın da bir sınırı olmalı mıdır? Bu ülkede bin lirayı bulmayan maaşlarla geçinen insanlarla doludur ve böylesine büyük harcamalar karşısında her şeyi bir yana bırakıp toplumun buraya yönelmesi aman aman da şaşırılacak bir durum değil. Almanya'nın İspanya'nın Hollanda'nın vermediği parayı biz neden veriyoruz başarı ve başarısızlık bir yana? Fedarasyonun iyi bir geliri varsa Almanya'nın gerçekleştirdiği gibi benzer alt yapı organizasyonu için harcama yapabilir. Hem oradaki geçim sıkınıtısı çeken insanlara futbol şansı tanımış olur hem de parayı çar çur etmemiş.. Aynı durum elbette kulupler için de geçerlidir.

-Sonucunu uzun süreçte alacağımız her girişimden inatla kaçınıyoruz. Kulup yöneticileri, Fedarasyon v.s. sanılanın aksine ülke,kulup sevgisi filan hikaye. Kendi döneminde verim alamayacağı bir eyleme yönetimler girişmiyor. Her iki spor yazarının üçü alt yapı diyor ama kuluplerde bu durum felaket. Üstelik La Masia'dan da gördüğünüz üzere aman aman da bir para istemiyor. Kaliteli hocalar, tesisler ve taramalarla her şey mümkün iken kaçınıyoruz. Bizim ektiğimizi bir başkası yiyecekse o iş olmuyor. Dolayısla alt yapı organizasyonlarına gerekli emeğin verilebilmesinin bir yolu da istikrarlı ve uzun süreli yönetimlerden geçiyor.

--Fedarasyon Hiddink'i getirmek zorunda kaldı cümlesi doğrudur. Buradaki "zorunda" etiketi neden sizi rahatsız etmiyor? Herhangi bir isim olsa eleştirmek için yanıp tutuşan medyanın hiç mi suçu yok böylesi pahalı bir eylemin gerçekleşmesinde? O dönem Abdullah Avcı ya da Ertuğrul Sağlam seçilseydi siz rahat duracak mıydınız? Bizzat sizin hoş görüşüzlüğünüz değil midir böylesine tartışılmayacak bir ismin zorunlu kılınması? Kim gelirse gelsin göreviniz onu başarılı kılmak için biraz olsun nefes almasını sağlamaktır.

-Dışarıya futbolcu satamıyoruz. Kendi ligimizin içerisinde Galatasaray, Beşiktaş,Fenerbahçe yabancı forvet kullanıyor. Geriye Trabzonspor kalınca da oraya yükleniyoruz ki diğer takımların durumu da buradan çok farklı değil. Başa dönersek; kaliteli ve yetenekli yerli futbolcuların yeşermesi için uluslararası rekabette sorun teşkil etmeyecek şekilde gerekli "yasal" düzenlemeler yapılmalıdır. Yabancı değil 24 kişilik kadronun yerli kontenjanı belirlenmesi gerekir iken 21 yaş altı oyuncu bulundurma zorunluluğu da getirilebilir ya da bu sayı çoğaltılabilir..

-2008 ve 2012 de bizim oyuncular rakiplerle değil oluşturulmuş baskıyla mücadele etti. Anormal koşulların olduğu yerde akıl olmaz fazla. Akla hayale sığmayacak başarı ve başarısızlıklar da bu şekilde doğuyor. Başarı tamam da başarısızlığı pek kabullenemiyoruz.O baskıyı yarattık ve kimileri kaldırabildi, başarılı oldu ve yine o baskı öyle etkili oldu ki hali hazırda şike operasyonundan hırpalanmış Fenerbahçelilere fazla geldi ve yıkıldık. Şike operasyonunun mental açıdan oyuncuları hırpalaması kadarn buraya tecrübe kazandıracak avrupa maçlarından da yoksun olmak etkili oldu.

-İzmir'deki berberim on yaşında girmişti o dükkana. Makina bilmez ama makasla harikalar yaratırdı. Kafasından ölçerek biçerek keserdi saçları. Almanya'da ise tükkanlarda envai çeşit makina bulunur. Hangisinin nerede ve nasıl kullanılması gerektiğini bilmek için dört yıl okumak gerekir. Biz ne yapıyoruz? Almanya'da işinde uzmanlaşmış kuaförü Türkiye'deki berbere sokup makası eline veriyoruz haydi bizi traş et diye.. Başaramayınca kalfa eline alıp "ver lan şu makası" diyor.. O makinalarla harikalar yaratan adam tuhaflaşıyor. Her ikisi de işinde usta ama aletler belirleyici oluyor burada. Herkes kendi tükkanında çalışacak.. Dahası tükkanına göre berber bulacak.. Aletleri almadan yurt dışından kuaför getirilmesi hem o tükkanın müşterilerine hem de kuaföre yazık..

Dolayısla önce futbolcuyu yetiştir ya da makasla usta olanı göreve getir.

4 yorum:

Celal Abbas dedi ki...

Bir pozisyon vardı ilk maçta hırvatistan türkiye maçında. hırvatlar defansın arkasına uzun top attılar. defans ileride idi. top taa ceza sahasına kadar geldi. bizim bir defans oyuncusu topa koşu yaptı haliyle arkasında da bir hırvat. Maçı izler iken aklıma hep şu takılmıştı. Volkan neden çıkıp o topu almadı. volkan çıkmadı kale çizgisinde öylece bekledi. Hep aklımda yer etti neden volkan o topa çıkmadı. artık parçaları birleştirip neden çıkmadığını biliyorum. Volkan o maçta resmen maçtan kopmuş. küsmüş kendince protesto ediyor herhal. buna hakkı varmı.

Ben çok kötü performans sergileyen bazı oyuncularımızın cezalandırılması gerektiğini düşünüyorum. keza dün caner 6.dakkada rakibine gereksiz arkadan giriyor ve saçma sapan bir sarı kart görüyor. o anda benim düşüncem bu maçada fenerliler damgasını vuracak caner kırmızı görecek galiba olduydu. herhalde maçı izleyen herkesinde aklından geçmiştir. ilk maçta gökhan gönül ve Volkan performansı bu maçta ise canerin göreceği bir kırmızı kart. Neyseki Hiddink onu oyundan aldıda olası bir canerin saçmalamasının önüne geçti. Sabah okuyoruz caner oyundan alındığı için hiddinki fırçalamış. gazetede haber böyle. Canerin yaptığı bu terbiyesizliği böyle haber yapan gazete utanmalı bence. Hiddinke vurmak moda oldu , ben ülkemden önplanda olan herkesden karakterli duruş beklerim.

Ben hala ilk maçtayım. ilk maçtaki kötü performansın açıklaması formsuzluk tek forvet çıkmak hatalı taktik şu bu değil bence. Takım ayakta duramıyordu hep kayıp düşüyorduk. ikili mücadelelerde hep kaybettik hırvatistanda öyle ahım şahım futbol oynamadıydı. zaten maç 2.dakkadaki gökhan gönül asisti ile bitmişti o anda. var bişiler var kulağımız delik değilki bilelim. Aklıma gelen son senaryoda iş bilmez federasyonun futbolcuları gazlayacak şekilde iyi yemelememesi ve diğer ihtimalde federasyon fener çekişmesinden dolayı fenerli oyuncuların maça kendilerini vermemeleri yada verememeleri. çünkü o maçta biz hırvatistanı yenemezdik ama yenilmezdikde.

Ben hala o ilk maçtaki performansın üstünün örtülmemesini istiyorum. araştırılmalı perde arkasındaki olaylar. çünkü bu rezil performansa imza atanlar işlerine gelddiğinde bir kez daha tenezzül edemesinler cezasının ne olduğunu bilerek.
iyi bir gazeteciden ben ilk maçtaki perde arkası olayları araştırmasını ve yazmasını çok isterdim. bir bakarsınız bir 5 yada 10 yıl sonra bir şekilde öğreniriz.

lamhaltas dedi ki...

Haklısın dediklerinde şüphesiz. Ancak Hiddink biraz daha pragmatik olamaz mıydı? Eldeki malzemeyi görüyor şüphesiz. Ama olmak istemedi diye düşünüyorum.

Milli takım oyuncuları Hiddink geldikten sonra onun sistemine uyum sağlamak için çaba sarfettiler. Ancak Fatih Terim'in milli takımıyla özellikle taktik disiplin olarak çok radikal farklar olduğunu düşünürsek uyum sağlayamadılar. Bence üstüne de gitmediler. Kendilerini Hiddink'e teslim etmediler ki Güney Kore'de gelen başarının temeli budur. Çalışmalar sonucunda oradaki yeni oluşturulmuş jenerasyon tamamen kendisini Hiddink'in emrindeydi. Ama bizimkiler çok bildikleri için ve birçok mecrada çok bilen abileri olduğu için kabul etmediler koşulsuz teslim olmayı.

Açıkçası ben de milli takımı 2008'deki haliyle görmek isterim her zaman. istikrarlı başarı getirmeyebilir ama budur bizim karakterimiz. Ben milli takımımızdan başarı getirmesini değil bu milletin yansıması olmasını isterim. Eurovision da aynı şekilde. Orada da birinci olmak değildir mesele benim için. Bu ülkede nasıl müzik yapıldığını tanıtmaktır diğer milletlere. Brezilya'da da aynı tartışma var. Avrupa takımı gibi futbol oynandığını, bunun Brezilya olmadığını söylüyor eski efsaneleri(En son Socrates in böyle bir açıklaması olmuştu)

İşin özü, senelerce ekolümüzün olmadığını ve bu yüzden kaybettiğimiz klişesiyle yaşadık. Aslında vardı ancak bu Euro 2008 ile belirginleşti. Dikine, hızlı ve atak bir kaos futbolu bizim ekolümüz. Kontrol futboluna yakınlaşabiliriz zaman zaman ama asla ana planımız olmamalı. Çünkü sahadaki oyuncuların çıktığı ana kaynak (şüpheli de olsa) Türkiye ve biz böyle bir milletiz. Bu çocukların oyun karakterini sadece antrenmanlarla değiştiremezsiniz bence. Sokakta okulda hep bu şekilde hızlı ve kaotik bir şekilde yapıyoruz herşeyi. Kamu kurumlarımız böyle çalışıyor, uluslararası şirketlerimiz de daha kurumsal olsa bile bu kaosu hissettiriyor genelde. Bu milletin karakterini değiştirmeye futboldan başlanır mı acaba?

CaRtMaNtR dedi ki...

ülkemizin spor anlayışındaki esas mesela hiç bir takım sporu dalında ekol olarak adlandırılabilecek bir oyun yapısı ya da jenerasyon yetiştirirken dikkate alınacak belli kriterlerimizin olmamasıdır.

almanya, fransa, hollanda veya ispanya genç oyuncu yetiştirirken neye ihtiyacı olduğunu bilerek eldeki havuzu oluşturuyor.

bizde ise yetenkli gençler aynı yaş grubuna "denk" başarılı bir jenerasyon yaratabiliyoruz.

mesela fatih terim ile akdeniz oyunlarını kazanan jenerasyon ülkemizin son gördüğü altın jenerasyon oldu.

ondan sonraki 80-82 jenerasyon ümit milli seviyede umut vaadetmesine rağmen bekleneni veremedi.83-85 ve 85-86 jenerasyonlarıda genel kalite olarak isteneni veremedi.

ama abdullah avcı yönetimindeki 87-88 jenerasyonu 17 yaş kategorisinde harika performanslar sergilemişti ama onlardan da pek azı günümüze kadar adını gündemde tuttu.

bu noktada takımın başına tekrar abdullah avcı gelecekse ajandasının ilk maddeleri

o jenerasyonun gençlerinden vitrine çıkarılabilecek olanları varsa yeninden onlar üstüne eğilmek

oğuzhan özyakup, tolga ciğerci, yunus mallı, emre can ve şu anda adını hatırlayamadığım ya da hiç duymadığım gurbetçi potansiyllerden mümkün olduğunda önemli bir kısmını milli takımımızda oynamaya ikna etmek.

bunlar kısa vadede önemli konular uzun vadede ise modern futbol anlayışına uygun yeni jenerasyonları yetiştirecek eğitmen kadrosunu oluşturup doğru yeteneklere doğru eğitimi vererek eldeki potansiyeli maksimize etmesi gerekecektir.

M.Cagdas dedi ki...

Bu ulkede kime hakettigi veriliyor, hangi kurumda hakedenler goreve getiriliyor ki. Hangi kurumumuz dogru isliyor, ki biz futbol organizasyonumuzun bir Almanya, Ispanya olacagini hayal edebilelim.

Bence teknik taktik falan bosuna konusup kendimizi oyaliyoruz. Bizim nerede kaybettigimiz senin bir cumlende gizli. Bizim ektigimizi baskasi bicecekse o ise girismiyoruz. Ki gercekten de oyle degilmi bu ulkede, her alanda.

Diyelim ki federasyon baskani bir proje baslatti uzun vadeli, dogal olarak iki sene sonra yine dunya kupasina gidemedik henuz meyvelerini vermedigi icin, ne olacak, federasyonu postalayacagiz. Iki sene sonra belki yine yeni bir federasyon. Boyle boyle meyvelerin alindigi ve basarinin gelmeye basladigi zaman bu projeyle alakasiz olan ama o an koltukta oturan adam bunu kullanacak populizm yapacak ve belki arkasindaki bu gucle meclise falan girecek. Peki gercekten tebrigi hakedenler ne alacak, koca bir hic. Bunu bilen adam neden ugrassin meyvesini yiyemeyecegi birsey icin?