10 Nisan 2014

"Ben Zlatan İbrahimoviç " #1




Bizim evde “Tatlım, şunu alır mısın? Yağı uzatır mısın. Lütfen tatlım, iyi çocuk ol” gibi İsveçlilerin yakından tanıdığı o güzel sözler hiç olmadı diyor Zlatan İbrahimovic hikayesini anlatmaya başladığında.. “Geri zekâlı şu sütü getir de içelimler, idiotlar, aptal çocuklar, kalk şurdan gitler gibi iletişim yollarının yanı sıra kavgalar, dövüşler, kapıların çarpılması ve kafada kırılan tahta kaşıkların yanı sıra içerisinde büyüdüğüm ev ve çocukluğumda yüzüme inen tokatlar vardı diyor Zlatan. Annesinin üzerinde kırdığı her tahta kaşığı sanki kırılmasında suçum varmış gibi benim gidip almam gerekiyor ve bu aynı zamanda bir miktar paranın evden çıkması olduğu için iş iyice zorlaşıyordu diye de ekliyor. En kötüsü ise bazen kafamızda kırılacak tahta kaşıkların dahi evde olmadığı günlerdi diyor. Fakirlik, en acısından.. Temel ihtiyaçların yokluğundan bahsediyor..

Okulda başarılı olamadığının altını çizerken başka şansının olup olmadığını da sorguluyor. Ne ev ödevlerimizde bize yardım edecek birisi ne de yaşam içerisinde herhangi bir sorunumuzun olup olmadığıyla ilgilenen ebeveynler vardı derken annesine de toz kondurmuyor aslında. Günde 14 saat bizim için temizlik yapardı derken onu “savaşçı” olarak nitelendiriyor. “Annemin sadece bundan fazlasına gücü yoktu” diyerek yaşamına giren erkekler konusunda şansı olmayan anneyi çocuk kalbiyle dahi anladığını söylüyor ama bazı zaman annesinden yediği tokatların ağır geldiğini de saklamıyor.. İçerisinde bulunduğu zamandan çıktığı nadir anlarda diye devam ederken o günü hiç unutmamış olacak ki ayrıntılarıyla anlatıyor.

Bir apartmanın çatı katına, göğe en yakın yere çıkıyor. Tüm acılar, eksiklikler ve çaresizlikler bir anda üzerine çöküyor çatı katında. Kaçmak gibi bir dürtü çocukluk hikâyesinin her yerinde mevcut. “Sanki yeterince hızlı koşarsam her şeyden kendimi çekip çıkarırım “ hissini her zaman içerisinde taşıdığını dile getiriyor. Gettonun en uzun apartmanın çatı katına kendisini attığında ise içerisinde bulunduğu yaşama dışarıdan baktığında ağır geliyor, gözlerinden yaşlar akıyor. Kardeşinin hediye ettiği BMX marka bisikletinin havuzda çalınmasının ardından hırsızlığa başladığını hatırlıyor. Profesyonel bir bisiklet hırsızı olmasının devamında masa tenisi raketlerini çalarken siyahlar giyinip yüzüne maske de takıyor artık. Yaşamın ne evde ne de dışarıda kolay olmadığını algıladığı o çatı katında ise yaşlar geliyor mavi gözlerinden..”Benim çok büyük mavi gözlerim vardı, çatıdan inip eve giderken yaşlar o gözlerden dinmiyordu “ diye hatırlıyor o günü. “Bir an olsun insan unutuyor içerisinde bulunduğu ortamı ve kapıyı açanın “ne oldu, neyin var” gibi sıcak cümleler kurmasını bekliyorsun ve gerçek kapıda beliriveriyor "Çat". Ağlamaklı yüze bir tokat iniyor. “ne işin vardı senin o çatıda” diye gelenin indirdiği tokatla bitiyor çocukluğu..

Bizim evde o İsveçlilerin çok duyduğu tatlı sözler hiç olmadı diyerek başladığı çocukluk hikayesinde tüm özlemlerini kelimelere dökerken bugüne de ışık tutuyor.

.. sıklıkla İbra'nın egosundan, koca bir takım ile kendisi arasındaki mesafeden, takımdaşlık ruhunun eksikliğinden bahsedilir. Ben de zaman zaman onun egosunun şişkinliğinden, tek başınalığından eleştiri oklarımın bir kaçını saplamışımdır ama başka açıdan ona da kulak vermek gerekir “Bu gettoda çocuk ya da yetişkin olmanız diye bir ayrıntı yok, tek başınasın. Evde size bir probleminizin olup olmadığını soran yok, kendi başınıza mücadele edip altından kalkmak zorundasınız. Ev ödevlerinde yardımcı olacak hiç kimse yok, tek başınıza çare üretmek zorundasınız. Hırsızlıktan yakalandığınızda sorunu yine tek başına çözmek durumundasınız. Ben büyük burnu olan küçük bir çocuktum belki ama bunu sadece ben böyle görüyordum” Öyle bir tek başınalık ki üvey ablasının kullandığı uyuşturucunun evinde yakalandığı vakit gerçekten çocuk olarak tek başına kalmışlığı hikayesinde iki cümle ile geçiştiriveriyor artık.. Bir profesörün oğlu olarak dünyaya gelen Mario Götze'den ailesinin en ufak duygu durumuna müdahele edecek kadar güzel bir yerde çocukluk geçiren Philipp Lahm'lar ve benzerleriyle bir takımdaşlık duygusu içerisine giremez zira Zlatan herkese ve her şeye karşı tek başına bir savaş vererek başladı yolculuğuna. Dümen bir kere bu şekilde kırılmıştı. Annesinin sigara tiryakisi olmasına, babasının alkolik ve üvey ablasının uyuşturucu müptelalığına karşı nasıl tek başına savaşıp çıkmışsa bu cehennemden, gittiği yerde de yanına kimseyi almaması çok da şaşırtıcı olmasa gerek.

Babası ile annesi henüz Zlatan 2 yaşında iken ayrılmış. Zaten evlilik de savaştan kaçan Baba Şefik’in İsveç’te oturma izni almak için hızlı bir şekilde verilmiş karar diyor. Her iki haftada bir pazarları babası ile geçirilen günleri unutmuyor neden biliyor musunuz? Çünkü babası onlara 50 kron değerinde pizza ve Coca-Cola alıyormuş. Hatta bir seferinde hem ablasına hem kendisine Nike Air gibi havalı bir ayakkabı almış ki o an Rosengard’ın en özel çocuğu gibi hissettiğini unutmadığını dile getiriyor. Annesi ve babasının diğer çocukları olan üvey kardeşleriyle olan ilişkilerinden ziyade tek öz kardeş Sanela'nın yeri onda başka. Annesinin ağır işi nedeniyle kendisine bakan sırdaşı, dert ortağı ablası ile olan ortak paydayı ise günden güne ünlenen Zlatan'a ne kadar benziyorsun diye soranlara verdiği cevapta bulabilirsiniz: "Daha çok O BANA benziyor".

1991 yılında babası onun velayetini alıyor ve çocukları söz konusu olduğunda “Aslan” kesilen baba ile birlikte farklı bir yaşama başlıyor. Savaşın acısını üzerinden atamayan Şefik sorunlarını bira şişelerinde unuturken Zlatan’ın derdi dolapta biraların dışında yiyecek bir lokma şeyin olup olmadığı. Öyle ki diyor Zlatan bugün karım Helena’ya günün her saati o buzdolabının içerisinin sonuna kadar dolu olması gerektiğini tembihliyorum diyerek acısının bugünlere kalan iz düşümünü anlatıyor. Zlatan’ın yetiştirilmesinin her ayrıntısına dahil olduğu oğlu Maxi babasının yemeği hazır edesiye kadar olan kısacık sürede her ağladığında kendi geçmişine gittiğini söylüyor. “İçimden buna mı ağlıyor benim oğlum” diyorum her seferinde.. Babasının dolabı boşsa çareyi iki sokak ötesindeki annesinin evinde arıyor ve “Zlatan yine mi burada” diyen annesine “Ne yapayım, saçımın tellerini mi yiyeyim? “ diyerek çıkışıyor.

Pek çok yerde babası ile arasının kötü olduğunu, daha çok annesine bağlı olduğundan bahsederler. Zlatan’ın babası Şefik savaşın içerisinde kaybolmuş, radyo ve televizyon başında haberleri takip etmekten bitap düşmüş olsa da çocuğu için kanının son damlasına kadar savaşan güçlü bir figür. Zlatan ise savaşın tüm ayrıntılarından uzakta tutulmuş bir çocuk. “Annem ve kız kardeşimin neden siyahlar giydiğini o zaman anlamadım. Hatta moda bu galiba diye düşündüm. Onlar Hırvatistan’da bombaların altında kalan büyük anneme üzülürken bundan haberi olmayan sadece bendim. Beni hep bu savaşın uzağında tutup korudular”.

Baba’nın bira şişeleri ve yalnızlıkla olan yaşamının içerisinde oğlu Zlatan her şeyi. Öyle güzel anlar biriktirmiş ki acısını alkolle unutmaya meyletmiş ve pek çok konuda çocuğunu eksik bıraktığı Baba Şefik’e asla kızamıyorsunuz. Beraber yaşadıkları dönemde evdeki eski yatak Zlatan’da ağrılar yaratmaya başlayınca Baba az olan parasıyla oğlunun acısını dindirmeye karar verir. İkea’dan yenisini aldıklarında yatağın taşıma ücretini karşılayacak gücü olmayan Baba Şefik o yatağı oğlu için kilometrelerce sırtında taşıyor. “Baba biraz yavaş, otur dinlen” dese de Zlatan , baba Şefik soluklanmadan yatağı sırtında evine getiriyor. O mevzu bahis konu oğlu olduğunda hep güçlü bir karakter olmuştur derken veli toplantısına kovboy çizmeleriyle geldiğinde onu gören hocalarının kendisine eskiden olduğu kadar kolay kızamadıklarının da altını çiziyor. Oğluna bir şey olduğunda aslan kesilen diyerek sıfat taktığı babasının bir başka seferde Zlatan’ı taksi ile acile götürdüğü zaman söylediklerini bugün bile unutmuyor “Ne olur hızlı gidin, o benim oğlum, bu dünyadaki her şeyim. Trafik cezalarının hepsini ben ödeyeceğim, durmayın lütfen”. Kadın taksici iki kez kırmızıdan geçip Zlatan’ı hastaneye yatırdığında babasının endişesini ve çaresiz bekleyiş esnasında elleriyle başını tutarak hiç durmadan sürekli yürümesini de unutmuyor.


Yaşam hikâyesini okumaya başladığınız andan itibaren İsveç diye bir ülkede yaşadığını unutuyorsunuz. “Hayatımdaki ilk İsveç filmini 20 yaşında izledim. Biz başka bir dünyada yaşıyorduk” derken anlıyorsunuz aslında gettoların yaşamı ve içeriği bağlı bulunduğu toprak parçasının kurallarından ayrı bir şekilde dünyanın her yerinde benzer olduğunu. Boateng’lerin Berlin’deki gettosu ile Zlatan’ın İsveç’teki yaşamının kuralları ve içeriği aynıdır. Her ikisi de gettolarını anlatmaya “Türkler, Yugolar, Polanyalılarla beraber” diye başlar, uyuşturucudan girerler alkolden, suçtan çıkarlar. “Getto’dan bir çocuğu çekip alabilirsiniz ama bir çocuktan gettoda yaşamışlığı alamazsınız” diyerek başlayan bu kitabın içerisinde milyon euro kazandığı esnada Kevin Boateng ile Patrick Ebert’in parkta arabaların aynalarını kırmaktan ceza alması ile devam edebilirsiniz. Oradaki gerçeğin buradaki kanıtı mı dersiniz bilemem ama bugünkü eylemlerinin o günkü koşulların getirisi olduğunu sanırım hepimiz biliyoruz artık.. To be continued..