29 Kasım 2014

251.315!



Bayern München dünyanın en büyük kulübü oldu.

İlk defa geliri yarm milyar euronun üzerine çıktı. Üstelik 16.5 milyon euro da kar yaparak.

Daha da önemlisi o çok konuşulan bankadaki hazır parası da tam 405 milyon euro!

Bu dev kulüp İstese bankalardan tek kuruş kredi çekmeden 4 tane 100 milyon euroluk transfer yapar ve bunların hepsini peşin ödeyebilir!

Ne demek istediğimi anlayabiliyor musunuz?

Pek çok rakam var, hepsi inanılmaz ama bunlardan birisi bizim ülke futbolu ve Fenerbahçe'nin son dönem yapmak istediği ile ilgili.

Üye sayısı!


Son 12 ay içerisinde 233.427 olan üye sayısı 251.315' artatak rekor kırdı. Bu gelişmeyle beraber Barça'dan sonra Benfica'yı da geçerek dünyanın en büyük kulübü olmayı başardı. En fazla üye sayısına sahip kulüp Bayern München oldu.

Çeyrek milyon üyeye sahip..

Fenerbahçe'nin  1 milyon üye projesine bu açıdan da bakmak gerekir. Muhtemelen bu projeye ilerleyen zamanda diğer büyük kulüpler de katılacaktır.



Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş'ın Avrupa'daki rakiplerine karşı çok ciddi bir avantajı var.

Almanya'da doğan her çocuk önce kasabasının takımını tutar. Sonra o kasabanın bağlı bulunduğu şehrin takımını..  Dünyanın en büyüğü olan Bayern München'in taraftar sayısı Almanya içerisinde milyon barajını zor geçer. Nürnberg, Augsburg gibi birinci Bundesliga kulüplerinin  İngolstadt, 1860 München, Fürth gibi ikinci Bundesliga kulüplerinin olduğu Bavyera  eyaletinin nüfusu İstanbul kadar yok.  Dahası Kuzey Almanya'da Bayern München taraftarından çok Bayern nefreti bulursunuz. Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş'ın Avrupa'nın dev kulüplerine karşı ellerinde olan tek avantaj aslında üye sayısı olmalıydı. 70 milyonluk ülkenin en az yarısı üç büyük kulüp taraftarı. Bunu paraya ve güce çevirme düşüncesi "temelde" doğrudur.  Bu avantaj kullanılmalıdır, üzerinde pek çok proje gerçekleştirilmelidir. Bu doğrudan yola çıkılmalıdır.

Peki bu büyük resimde doğru olan projenin eksik olan kısmı nedir?

70 milyonluk futbol ülkesi derken gerçekte futbolcu adayı olarak 10 milyonu bile bulmayan nüfusa sahip olduğumuzu nasıl görmüyorsak, burada da durum budur. Almanya'da her çocuk "yetenekli midir" taramasına girer iken 70 milyonluk futbol ülkesinin inanın bana sadece 7-8 milyonu taramadan geçer. Biz gerçekte 10 milyonluk bir futbol ülkesiyiz. Koşullarımız sadece nüfusumuzun kabaca 7'de birine göz atma ve futbolcu olma şansını tanıyor.

20 milyonluk şehirde 3 büyüklerin EN AZ 1.5 milyon taraftarı var olduğunu düşünelim. Bu rakam dahi Münih'in toplam nüfusundan fazladır. Yukarıda bahsedilen temel doğrudan hareket edersek eğer her büyük kulübümüzün tüm maçları tek bir kişinin dahi eksik olmadığı dolu statlarda oynanması gerekmiyor mu?

Formaları, kaşkolları taraftar sayısıyla doğru orantılı şekilde Avrupa'daki tüm devlerden daha fazla satması gerekmiyor mu?

Bayern Müchnen'in 10 yıldır stadında TEK BİR KİŞİ dahi eksik olmadan maçlar oynanırken bizde durum neden böylesine vahim?

Taraftar ayrımı yapılmalıdır. Taraftarlık kültürü de masaya yatırılmalıdır. Mahalle arasında, okulda, üniversitede takımına en ufak bir maddi kazanç sağlamadan destekeyen  kabalıkla her maç stada gidip formasını alıp çeşitli organizasyonlara katılım gerçekleştiren taraftar farkını ortaya koymalıyız. İşte bu açıdan bakıp kaç tane Fenerbahçe, Beşiktaş, Galatasaray taraftarı gerçekte vardır diye hesap kitap yapılmalıdır.

İstanbul'da yaşayıp da hayatı boyunca tuttuğu takımın maçına gitmemiş en az yarım milyon Fenerbahçe, yarım milyon Beşiktaş, yarım milyon GS taraftarı varsa eğer.. Sizce ülke çapında kaç kişi bin lirayı geçen maliyetlerle sevdiği kulübün üyesi olmak için çaba sarfeder..

Nihayetinde Fenerbahçe projesi bir gelişim ve büyümeyi vadeder ve oldukça mantıklıdır. Zarar ıyoktur, mutlaka bir ölçekte büyümeyi de sağlar. Büyük resimde doğru bir hamledir ama beklentileri biraz da bu gerçeğe göre belirlemeliyiz.

Gerçekten üç büyük kulüp bu avantajını maddi ve manevi büyüklüğe çevirmek istiyorsa elbirliğiyle memleketteki futbol kültürüne katkı yapmak adına ortak adımlar atmalıdır. Tüm bu kaostan tek başına sıyrılmak mümkün değil, bunu hepsinin anlamaları gerekiyor.

Bayern München kulübü yayın ihalesinde havuzdan çıkarsa Sat 1'in araştırmasına göre senelik kazancı 200 milyon euro olacak şekilde alıcı bulabiliyor. Bugün bunu hiç düşünmediler ve yıllık kazancı şampiyon olurlarsa eğer her şey dahil maksimum 36.5 miylon euro! Onları büyüten ülkedeki gelişmiş futbol kültürünün bir parçası olmasıdır.

28 Kasım 2014

Winner-Looser


Winner.. "Kazanan" diyor yani.. Kaybedenin bir fazla denemiş olanı.

Kaybede kaybede kazanacaksınız diyor.. denemekten asla vazgeçmeyin diyor. En son kazandığınızda diyor geçmişte pek çok kaybediş geçmişiniz olacaktır diyor. "Kaybeden" den "Kazananın" farkı diyor sadece diğerinin bir fazla denemiş, pes etmemiş olması diyor..

da diyor...

.


.
Tam bu dönemde aşık olduğunuzda o kıza hava attığınızı sandığınız zamanlar vardır. Ben mesela bu yaşlarda delicesine aşık olduğum kızı gördüğüm zaman tam da onun önünden geçecek şekilde çılgınlar gibi koşardım. Büyük bir gururla..

Hiç unutmam, yine o oyunu oynuyorduk. Bir  sınıf ikiye bölünmüş ve karşılıklı düz çizgi çekmişti. Her grup yanındaki ile kenetlenerek sıkı bir hat oluşturup karşı gruptan bir ismi çağırarak hızlıca koşmasını ve o hattı delip geçmesi için teklif yapardı. Geçerse o gruptan bir kişi alıp karşıya götürür, geçemezse o gruba katılırdı..

Aklımda kaldığıyla böyle bir oyundu.

Benim ismim de çağrıldı sonunda.. Hedef belli: Nilay'ın olduğu yere girip tam onun elleriyle yanındakini tuttuğu noktadan geçip kirişi kırmak, Nilay'ı da kendi grubumuza kazandırmak.

Koştum ağa.. Öyle hızlı, öyle kendini bilmez bir şekilde koştum ki hattı geçip karşıdaki duvara toslayıp kafamı kırdım. Oyun yarıda kesildi, her şey kafadan akan kanlarla son buldu İzmir Fatih Kolleji, 1988, 89 zamanları..

Reus & Aubameyang


Fenerbahçe on Tour



Harika..

Sevgili @Ygtylmz aracılığıyla izledim.

Engin Ardıç & Perran Kutman


Enteresan bir çift.

20 Kasım 1978 tarihli bir TV dergisinin kapağında yeşilçamın unutulmaz yıldızları arasında yer alan Perran Kutman ile sıfat takmakta zorlandığım Engin Ardıç'ın nişanlanıyoruz haberi.

Hüseyin Kutman'dan boşanan Perran Kutman ikinci evliliği ile arasına bu ilişkiyi sıkıştırmış. Perran Kutman'ın yaşam öyküsü olağan seyrinde gidiyor ama Engin Ardıç'ın nerede ve ne zaman karşınıza çıkacağını kestiremiyorsunuz. Kah Oğuz Atay'ın yaşam öyküsünde onun çok da okunmayan Tutunamayanlar'ı okuyup da yazarı görmek için gelen genç edebiyatçılar arasında çıkıyor kah Perran Kutman ile nişanlı olmuş genç metin yazarı..


TürkNostalji.com'un haberlesştirdiği bu ilişkide dikkat çeken bir başka detay ise Engin Ardıç'ın yıllar sonra ilişkiye bakış açısını yansıttığı alıntı. 

Akşam'dan Şebnem İyinam'a Perran Kutman'la niçin ayrıldıklarını şöyle anlatmış: "Perran'ın iki kocasının arasında ben varım. 1978, 79 yılları arasında... Bir süre birlikte olduk, nişanlandık, evlenmeyi düşündük. İyi ki de evlenmemişiz, çünkü mümkün değildi. Ben o tarihte metin yazarlığı yapıyordum. Sabah dokuz, akşam altı. Benim işten çıkıp eve geldiğim saatte, o hazırlanıp işe gidiyordu. Gerçi hiç aynı çatı altında yaşamadık, ikimiz de ailelerimizin evinde kalıyorduk. Perran tiyatro artı gazino yapıyor, işi sabaha doğru bitiyordu. Gidip alayım, yanında olayım dedim, ama saatler taban tabana zıttı. İkincisi, ben ayda 10 bin lira kazanıyordum, o yedi bin 500 lira kazanıyordu. Sonra Perran, gecede 25 bin lira kazanmaya başladı. Ben hala 10 bin lira. Bu durumda yürümezdi o iş, mümkün değil"...

Peki Perran Kutman tarafı ayrılığı nasıl yorumlamış?


Sonra adam neden böyle.. E yani..

Hamza Hamzaoğlu Tercihi



Benim hikayem Hamza Hoca ile ilkokul yıllarında başlar. Buradaki kimi yazılara da konu olan okulun şöförü Emin Abi ile olan ilişkisi, okula gelmesi ve sonrasında benim Akhisar'a röportaj için yolculuk etmeme kadar ilerleyen bir süreç.

Mancini gider gitmez ilk attığım tweet sezon başında takıma Hamza Hamzaoğlu'nun getirilmesi gerektiğiydi. Üstelik bugüne göre çok daha doğru bir hamle olurdu zira Hamza Hoca sistem inşa eder, pratik çözümlerden, kaos yöneticiliğinden öte. Sezon başı takımın başına getirilmesi gerekir, arası değil.

Sonra Tuchel dediler.. Çok iyi olur dedim.

Sonra Prandelli oldu, ne yalan söyleyeyim: Çok sevindim.. Çok doğru bir karar olarak alkışladım ellerim patlayasıya kadar. Prandelli'nin asli sorunu İtalyanca dışında bir dil bilmemesi ve teknik olarak yeterliliğini saha içerisine yansıtacak iletişim araçlarından yoksun olmasıdır. Buradan sonra gittiği yerde başarı sağlayacağını düşünüyorum.

Yalnız ilk tercihimin Hamza Hoca olmasının sebebi ise tercüman kullanmayacak bir teknik direktörün yüksek başarı için kaçınılmaz olduğunu düşünmemdir. Eğer bir kulübün sportif yönetiminde yer alsaydım çok istisnai durumlar hariç yerli teknik adamdan vazgeçmezdim her ne kadar memlekette yerli teknik direktör kıtlığı yaşansa da.. Her ne kadar hayran olduğum teknik direktör sayısının yok denecek kadar az olsa da.

Sezon başı Hamza Hamzaoğlu tercihi ne kadar doğruysa bugün "pratik çözümlerin" başrolde olduğu kaos ortamında Hamza hoca tercihi de o kadar yanlış. En azından altı aylık süreç için Hikmet Karaman şıkkı da dikkate alınmalıydı zira Hikmet Hoca'nın uzmanlaştığı alan bu kaos ortamlarından en iyi sonucu çıkarmasıdır. Üzüntüm hem bu sezonun kaybı ihtimali hem de Hamza Hoca'nın yanlış bir zamanda takımın başına geçerek bir ömür kalabileceği noktadan hızlı bir şekilde uzaklaşmasıdır.

Hamza Hamzaoğlu uzun süreçte yine de doğru hamle ve fakat eksik.. Hakan Şükür de gelmelidir sportif/futbol direktörü olarak. Ben Galatasaray'ın en büyük ve doğru hamlesinin Hakan Şükür'ün sportif direktör olarak profesyonel bir adımın atılması olacağını düşünüyorum.

İkisi hem iyi anlaşır, hem iyi dosttur hem de Galatasaray'ın uzun zamandır eksik olan futbol aklı Hakan Şükür ile doldurulmalıdır.

Lütfen kişisel kin ve nefretleri bir kenara bırakarak yaklaşım gösterin bu fikirlere.

Akhisar'ı lig sonuncusu olarak ziyaret edip geldiğimde geleceğin "Galatasaray teknik direktörü" dediğim zaman kıs kıs gülenler, oha diyenler, abartıyorsun yaklaşımları..

"Prandelli iyi bir teknik direktördür, koşullar gereği ise Hamza Hamzaoğlu doğru tercihtir".

Nasıl ki Lucien Favre Basel'de inanılmazları başarsa da hiçbir zaman Tottenham'ın aday teknik direktörleri arasında yer almıyorsa.. Nasıl ki Galli bir hoca için Bundesliga hiçbir zaman söz konusu değilse ya da Güney Amerika başarısı sizi o dilin konuşulduğu İspanya hariç Avrupa'ya taşıyamıyorsa.. aynı şekilde Prandelli İtalya takımları için doğru Hamza Hamzaoğlu da Galatasaray için olması gerekendir. (Bu konuyla ilgili daha uzun yazı buradadır tıklayın)

27 Kasım 2014

Biz nerede yanlış yapıyoruz?


Cesare Prandelli yakın zamanda iyi bir takımda başarılar elde eder. Biz de bugünleri unutup teknik direktöre gereken değeri vermedik diye mızmızlanırız. 

Biz nerede yanlış yapıyoruz?

Çok değil sadece birkaç ay önce Roberto Mancini hakkında yapılan yorumlara göz atmakta fayda var.  “Formsuz” ve “Başarısız” nitelemeleri Avrupa’nın en iyi teknik direktörleri için dahi kullanılır ve fakat bizde öyle mi? “Adam teknik direktör değil”. “O hocaysa ben de x’im” ve daha neler neler.. Bunları bizzat hayatını futbol yazarak kazanan insanlar dile getirdi.

Ne oldu peki?

Dünyanın en saygın on kulübü içerisinde yer alan İnter kendisine teknik direktör olarak Roberto Mancini’yi seçti. Şu an “hoca değil” denilen isim İnter’in başında.

İşin enteresan tarafı ise burada yaptığı hamlelerin zaman zaman gerçekten problemli olmasıdır.

Cesare Prandelli.

Prandelli bugün olduğu gibi “başarısız” olabilir, formsuz ya da koşullara uyum sağlamakta zorluk çekebilir ama iyi bir teknik direktördür.  Daha birkaç ay önce ESPN Dünya’nın en iyi 20 teknik direktörü sıralamasında 17. Sıraya yerleştirdi. Guardiola’larla, Mourinho’larla, Ancelottilerle aynı listenin içerisinde yer aldı. İyi ya da kötü olmasını belirleyenTürkiye Süper Ligi’nin herhangi bir takımında geçirdiği üç ya da dört aylık süreç  olmuyor.

Öte yandan haklısınız, devasa büyük hatalar yaptı ve gerçekten de burada “başarısız” olduğunun altını çizebiliriz. Başarısız ne demek, ligde lider olduğu zaman dahi tek bir iyi maçı olmadan bu ülkeyi terk etti dersek kimse yanlış yapmaz.

Örnekler çoğaltılabilir.

Dünya futbol otoritelerinin “iyi” olarak belgelediği teknik direktörler bu yakada neden başarısız performanslar gösteriyor. İnanın bana bunun cevabı ülkenin futbol zihniyeti ya da anlayışı değil ya da sadece “bu” olamaz.

Peki nedir sorun?

Size de bazı ayrıntılar garip gelmiyor mu? Neden hiç Galli ya da İskoç teknik direktör Bundesliga’da çalışmıyor ya da İsviçre ve Avusturya liglerinde başarı kazanmış teknik direktörler Premier Lig’de iş bulamıyor?

Neden Güney Amerika’dan geçiş Premiler Lig ve Bundesliga’ya olmazken La Liga sürekli buradan besleniyor..

Neden Guardiola 6 ay içerisinde Almanca öğrenmek zorunda kaldı? Bakın bu bir tercih değil zorunluluktur. Almanya’da “Almanca” bilmeyen hiçbir teknik direktör iş bulamaz. En son örneği altı ay içerisinde kovulan Steve McClaren’dir ki o da yılların “tek” istisnadır.

Daha geçen gün Jürgen Klopp’un röportajındaki o cümlenin sırrı nedir:

“Ben Bundesliga hariç sadece Premier Lig kulüplerinde görev alabilirim çünkü Almanca’nın yanında sadece İngilizce konuşabiliyorum.

Peki bu Mourinho’ya sorulan “Bundesliga’da takım çalıştırır mısınız” sorusuna verilen cevap neyi işaret ediyor?

“Çalıştırmak isterim ama şu an mümkün değil çünkü Almanca bilmiyorum”

Modern futbolda takımların gücü birbirlerine yakın. Tercüman kullanmak teknik direktör performansını yüzde otuz azaltır. Hiçbir takım bu eksikliği giderecek farkı yaratacak bir teknik direktör olduğuna inanmıyor.

Uganda'ya giden bir Alman fark yaratabilir ama Mourinho dahi dil bilmediği ülkede sıradanlaşır.  

Prandelli'nin çok önemli ve değerli bir teknik direktör olduğunu belirtmeden hemen önce Galatasaray'ın Mancini sonrası yerli ve gelecek vaad eden bir teknik direktörle anlaşması gerektiğini dile getirmiştim.



Mancini kötü bir teknik direktör değildir.  Nitelikli olması her koşulda başarılı olmasını şart koşmuyor. Bir gün dilini konuşamadığınız yabancı bir ülkeye gittiğiniz takdirde beni ve Avrupa'nın büyük liglerinin "dil bilmeyen çalışamaz" prensibini çok daha iyi anlayacaksınız...

Nitelikli yerli teknik direktörün yeter sayıda olmaması elbette büyük bir sorun. Lakin orta karar bir yerli teknik direktör dahi  buraya geldiği takdirde performansının en az yüzde 30'unu kaybedecek olan "yabancı" teknik direktörden daha başarılı olma ihtimali fazladır. Zira futbolda geçmişe göre takımlar ve ligler arası farklar azalmış, yüzde 30 gibi büyük bir farkı kaldırabilecek ortam kalmamıştır.  En iyi teknik direktör 100'se Türkiye'deki ortalama bir teknik direktör de 75'dir. Bu ciddi bir farktır elbette ve fakat tek başına "yabancı dil" ve "tercüman" aracılığı ile konuşma zorunluluğu bu farkın da üzerinde bir eksikliğe neden oluyor.

Türkiye Süper Ligi'nin son dönem şampiyonluk yarışı veren takımların hepsi yerli antrenörlerdir. "yerli" olarak burada üç ya da daha fazla yıl futbol oynamış eski futbolcuların da girmesi gerekirdi eğer ki diğer ülkelerde olduğu gibi buradaki yabancılar da burada kaldığı zaman bu dili öğrenme hevesi içerisinde olsaydı..

Mancini gittiği zaman dile getirmiştim "Yerli şart. Tek adayım Hamza Hamzaoğlu". 

Zira ben Jürgen Klopp'un elinden almancasını alırsam hocanın yüzde 50'sini çöpe atmış olurum. Bu yüzden takımlarımız artık yerli antrenörlere doğru bir yönelim içerisinde olması gerekiyor. En azından birilerine şans verme zamanı geldi de geçiyor.