9 Kasım 2012

O geri döndü..


Sakatlıklar.. Sakatlıklar.. Dünya Kupası için 1 numara olmayı başardığı anda sakatlanması.. Üst üste yaşadığı hayal kırıklıkları.. Arsenal 24 milyon avro veriyor haberlerinin üzerinden çok bir  zaman geçmeden bonservisi elinde sessiz bir transfer gerçekleştiresiye kadar olan bir düşüş..

Sabretti, çalıştı ve o geri döndü.

Amsterdam'da oynanacak olan Hollanda karşılaşması için Jogi Löw milli takım aday kadrosuna sadece 2 kaleci çağırdı. 

Manuel Neuer ve Rene Adler..

Adler'in geçmişten kalan bir alacağı vardı, onu almaya geliyor ama bu sefer geçmesi gereken isim ilk defa milli olmuş Neuer değil dünyanın en iyi kalecilerinden olan ve 2.5 yıldır tartışmasız 1 numara Manuel Neuer..

E hadi bakalım.. 

Leverkusen'e de bir selam göndermek boynunun borcudur artık...

Barça galibiyeti Rod Stewart'ı ağlattı



Barça'yı yenen Celtic'in sıkı taraftarı olan Rod Stewart maç sonu sevinçten ağlamış.. Oy anam oy...

Ay em seyliiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiing.. ay em seyliiiiiiiiiiiiing diye arkada fon müziği çalmak istedim. Şuradan çalayım hatta

Le Radeau de la Musique - Egoista Nell'amor



Sabahları mutlaka ritmik şeyler dinleyin.. Güne önemli katkısı vardır.

Güzel!


Tayfun Genç gönderdi bunu bana.  Çok güzel.. 

Kim dondurma ister?


Eğlenceli, güzel ve komik fotoları paylaşmak isterseniz mail atabilirsiniz.. Maksat herkes gülsün, etsin..

Maria İmzcz!


Hoeness & Schweinsteiger

Gangnam Staylınıza!


Konuya girmeden önce.. Bayern Lille'i yendi. Arsenal ve Schalke yine kaybetmedi. Hannover, Stuttgart ve Leverkusen yendi. Gladbach da yenilmedi. 

Geçtiğimiz hafta Stuttgart harici hepsi kazanmıştı. Demem o ki Bundesliga Avrupa'da Şampiyonlar ve Avrupa Ligi'nde bugünlerde sürekli kazanıyor.  

Ligleri kendi içerisinde değerlendirmek çok kolay değil.. Hollanda kendi içerisinde ofansif, çekici ve muazzam futbol  oynuyor. Bu "güzel ofansif oyuncuları" yaratıyor belki ama genel görüntü adına doğru sonucu vermeyebiliyor. Bundesliga güzel statları, taraftarları içerisinde yıllarca kendi içerisinde çok iyi maçlar çıkarsa da uluslar arası arenada çok uzun zamandır kupaya hasret. Bunlar yanıltıcı olabiliyor sıklıkla.

Bir itirazım da Premier Lig algısına.

Tempo muazzam, bu konuda çok iyiler. Orta saha fazla olmadığı, sıklıkla tek topla geçildiği  için top bir o kalede bir bu kalede.. Fizik muazzam, hız falza, bekler yerinde durmuyor.. Lakin topun dolaşımı esnasında taşıdığı bilinç iddia ederim ki ortalaması Fransa Ligi'nden dahi daha azdır. Üst düzey iki takım oynadığı vakit seyrine doyum olmuyor belki ama üst düzey takımların arasına Liverpool'u dahi yazamıyoruz zaman zaman.. Bu kalbur üstü takımlar azaldıkça temponun içeriği ve tanımı fazlasıyla değişiyor. Çok iyi ile berbat arasında gidip geliyorsunuz.. Ortası yok..

Four Four Two'da okuduğum Fabreagas röportajında İngiltere'de taktiksel eksikliğin çok fazla olduğunu, beklerin arkayı o kadar çok plansız bir şekilde boş bırakmasının saçma sapan golleri doğurduğunu ve dahası İspanya Ligi ile en önemli farkının "taktiksel yoğunluk" olduğundan bahsettiğinde şaşırmıştım.. Benim genel geçer liglere bakışımla uyuşmuyordu.

 Nedeni ise şöyle açıklayayım...

Serie A misal belki de Premier Lig'in en zıttında duran lig. O kadar yavaş ve o kadar yavaş ki.. O kadar temposuz..  Bir açıdan çok keyifli zira futbolun asıl aktörleri olan oyuncuların oyuna katkısı, yönlendirişi ve belirleyici olması muazzam keyif katıyor. İtalya'da on numara durur, bakar ve muazzam bir pas bırakır, aynısı İngiltere'de gerçekleştiğinde refleksif bir dokunuş olarak yansır izleyiciye.. On numara da yaşamaz zaten o ligde.. Aslında bu yavaşlığı  taktiksel ağırlığını da artırabiliyor zira oyuncu kadar teknik adam müdahalesi de daha göze batar olabiliyor. Topun oyuncuda durma zamanı azaldıkça antrenörün rolü bana göre büyüyor, oyuncudan rol çalınıyor derim ben. Fabreagas'ın röportajını bir kenara bırakırsak topun ayaktan çıkma zamanı iki isaniyenin altında olan İngiltere Premier Ligi'nde bu yüzden daha fazla taktik, daha fazla teknik adam imzası taşıyan maçların oynandığını düşünürdüm. Oyuncuların belirleyiciliği ise diğer liglere göre daha azaldığını..  Bazıları oyuncuların daha hızlı düşündüğünü dile getirebilir, ben teknik adamın otomatizasyonu, oyuncudan "düşünmesinin" çalınması derim.  Taktiksel zekası düşük ve fakat top tekniği ve fiziği yüksek oyuncular göze muazzam görünür, bir başka ligde oynamadığı sürece..  

Lakin bu sene diğer yıllara göre daha fazla Premier Lig seyredince Fabreagas'a hak verdim kesinlikle..

Para'nın getirdiği yıldız oyuncuları çekip alın geriye zaten başarısız  İngiltere Milli takımı kalıyor. Orta sıra Serie A takımı doğru taktikle rahatça devirebilir.. Kalite açısından ele aldığınızda dünyanın en iyilerinden olsa da oyunu oynama biçiminden kaybediyorlar sürekli. 

Çözümüm ise şudur; Premier Lig'de daha fazla İspanyol ve İtalyan teknik adamın görev yapması.  Her ne kadar İsviçre doğumlu olsa da İtalyan Roberto Di Matteo güzel seçim.. Capello da bence doğru bir karışımdı. Ferguson ile Wenger dünya çapında çok başka adamlar zaten.. Daha fazla karışım, daha fazla karışım.. O kalite kesinlikle var ama hak ettiği şekilde değerlendirilmiyor ve kendi aralarındaki  maçlarda topun bir orada bir burada ama çokca kez bilinçsizce gerçekleşmesi, görselliği ve maddi koşullarının dünyanın en iyisi olması  da gerçeği fazlasıyla çarpıtıyor.  Elbette diğer bütün liglerden yayın geliri misli misli olan bu kulüpler dünyanın en iyilerini buraya yığarak her türlü başarıyı mümkün kılacaklar belki ama bazen onlar bile kurtarmıyor..  

Yeni hedefim Premier Lig'i daha fazla sevmek.. Bu da başlangıç olsun. Serie A'da Roma nefes aldırıyor, Premier Lig'de Arsenal aldırıyor(du). Daha fazla karışım, daha fazla nefes.. 

Konuya dönersek.. e yetti! Adam Szalai yaptı işte bu sevinci.. Daha ne? Burak'ın Ronaldo'yu taklit etmesi kadar kötü gözüküyor artık gangnam saçmalığı.  Moda oldu ama sıkıcı.. Yaratıcı gol sevinçleri en büyük özlemimiz..

Mourinho & Klopp


Xabi Alanso ikisi arasındaki benzerlikleri dile getirmişti. Sahaya koydukları oyun felsefelerinin benzerliği dahi dikkat çekici ama en çok da enerjilerini oyuncularına ve sahaya yansıtmaları açısından çok benzer iki adam.. Bizim Fırat Topal da Klopp'u Mainz günlerinden bu yana Alman Mourinho diye anardı hep, çok da haklı çıktı. İkisi de maçlar öncesinde birbirerine güzel sözler söyledi ama Klopp'un söylediği iyiydi: 

"Jose Mourinho futbol dünyasında önemli bir figür olmasının yanı sıra garip gelecek size belki ama oldukça da sempatik bir adam.."

Daha da önemli söylemi ilk maç öncesi dile getirdiğidir belki:

"Futbol dünyasında çok önemli bir yanılgı var. En iyi futbolculara sahip olanın saha içerisinde en geniş alana sahip olduğu yanılsaması.."

Klopp iki maçta da bu yanılgıyı ortaya koydu. Real Madrid'i saha içerisinde seçeneksiz bıraktı. Takım savunması, rakibin koşu yollarını kapatması, kenarları her seferinde ama istisnasız her seferinde ikilemesi, üçlemesi.. Götze'nin orta alandaki baskısı v.s.   Özellikle Madrid'de oynanan maçın ilk devresinde teknik direktörün en az futbolcular kadar sahaya imza atabileceğini, sonuca etki edebilceğini gösterdi. Keza ikinci devresi de Mourinho'nun doğru hamlesiyle "o kadar da kolay değil Dortmund aga" diyerek kalitesini göstermesi önemliydi.  O maçın gizli kahramanı ise Mario Götze'dir zira orta alanda Madrid'in koşu alanlarını kapatması, savunma adına takıma yaptığı katkı, kenarlara verdiği destek ve attığu gole kadar  inanılmazdı.

Size Bundesligadan bir istatistik vereyim. Geçenlerde Sportbild Götze ve Reus'u kıyasladı. Efendim Reus daha golcü ama Götze şöyle filan diye gidiyordu ama ikisinin de eşit olduğu bir kriter koşu mesafeleri. Her ikisi de maç başına 11.9 km koşuyor. İki ofansif, yetenekli ön alan oyuncusunun maç başına koşuları bunlar..

Kagawa da böyleydi..  Gidişinden dolayı ofansif aksiyonlarını değil savunma konusunda Reus onun açığını nasıl kapatacak endişesini taşıyorduk en azından Spielverlagerung'un Dortmund temsilcisi ile yaptığım röportajdan da öğrendğimiz kadarıya onlar ve ben.. Bu oyuncu gelişimi konusunda Klopp'un rolü inanılmaz.

İlkay Gündoğan benim "analizim" için önemli bir veridir Klopp'un ne olduğunu bu oyuncunun gelişiminden anlarsınız. Mehmet Ekici aslında Nürnberg'de iki yönlü oyuncu profili çiziyordu ve İlkay ise ofansif kırılgan on numara.. Ekici'den daha teknik ama mücadelesi daha az.. Nuri'nin de yerini dolduramaz diye bas bas bağırıyordum ben.. İlk yılında da nitekim öyle oldu ve geçen sezon Dortmund'un yenilmezlik serisi İlkay'ın dışarıda kalmasıyla başladı. Lakin o İlkay aylar sonra bir Fürth Kupa maçının son dakikasında attığı golle yeniden geldi ve fakat esksine nazaran bambaşka bir kimlikle.. Klopp'un eli değmişti üzerine ve istediği adamı İlkay'dan deyim yerindeyse "yarattı".

Jürgen Klopp'un eline genç ve doğru isimler gelmiyor her zaman ama Klopp bunlardan istediğini yaratmayı başarıyor. Spor bilimi mezunu, footbonaut'ları ilk o deniyor, farklı antrenman metotları ve hırsı.. Dönüştürücü rolü inanılmaz..

Mourinho ise Almanlar'a karşı o kibirinden eser yok. Yenilgiler öncesi gerek Bayern'e gerekse de Dortmund'a hakkını verdi. Bayern onları elediğinde soyunma odasına gidip tek tek her futbolcuyu tebrik etmesi bir yana "hak ederek bizi geçtiler" dedi. Dortmund için de keza gruptan çıkarlarsa kupayı dahi alabilirler diyerek onların gücünü onayladı. Ama ilginçtir ne zaman bu sakinlik Jose Mourinho'da gözükse takımda da düşüş oluyor. Ben Fatih Terim, Van Gaal, Mourinho, Ronaldo  gibi adamların aşırı olan  kibirlerinden beslendiğini düşünürüm. İspat etme çabasını sürekli kendileri gündeme getiriyor ve bu da onları kamçılıyor. İkinci başarısız Fatih Terim döneminin belki de tek eksiği Milan dönemi her yerde tartışmasız kabul edilen kimliğiydi. Yarışmacı ruhunun çalınmış olamasıydı.. Ronaldo ve Messi'nin maç kaçırmadan, sakatlanmadan oynamalarının temel nedeni birbirlerinin varlığıdır.. İkisi de arka arkaya bu durumdan artık yorulduklarını, sıkıldıklarını dile getirseler de her ikisini de motive eden diğerinin başarısı.. Mourinho'yu hala ayakta tutan yegane unsur Şampiyonlar Ligi'ni üç farklı takımla alma isteği, "tek" olma savaşı.. 

İki benzer adam ve saha içerisinde birbirlerine benzer oyun sistemleri.. İki güzel maç ve iki güzel takım..  


Falcao & Taron


Uzun zamandır bir takımın forveti Falcao ve Cavani'den oluşursa sonuç nasıl olur diye hayal kuruyorum.. Bir PSG olsun Man City olsun bu gibi fantezileri gerçekleştirmeleri açısından iyi..  Bunun dışında en ufak bir keyfi yok bu tek bir anda kulübü komple değiştirecek transfer manyaklarının varlığının.. Bak nerden nereye geldik..  

6 Kasım 2012

Lena Gercke


Sami Khedira'nın tüm yaz bisiklete binmekten yamaç paraşütüne, dondurma yemekten dağlara tırmnanmaya  kadar paparazzilere malzeme verdiği sevgilisi.. yeterince popüler olamıyor zira oynadığı futbol buradaki Selçuk Şahin tarzına tekabül ediyor. Görsel olarak algılanması zor.. antrenörler sever daha çok.. 

Sanchez & Alba


E bu biraz işin.. 

Podolski'de bundan yaklaşık 3 yıl önce filan görmüştük bu tişörtleri.. Gör gör gör de nereye kadar?  Alexis Sanchez ve Jordi Alba..

4 Kasım 2012

Maria da imzaladı!


Şuraya iki resmini koyduk, Münih'ten Louisa Models hemen kadrosuna katıvermiş.

Aslında hikaye Maria'nın Martinez'in parasına bağımlı bir hayat sürmek istememsiyle başlamış. Neler yapabilir ki? Au Pair zor iş, almancası kıt.  Bir kadın 1.79 boya sahip olup 89-61-90 ölçüleri de varsa haliyle modellik...

Böylece Louisa Models hemen kapıvermiş.. "Biz sizi Borges Blog'da gördük, çok beğendik bizimle çalışır mısınız " demiş sözde..

Beğenilmeyecek gibi midir ki?


Lewis Holtby

Anlaşılan o ki kız arkadaşını değiştirmiş. Bugünlerde konuşulanlara bakılırsa takımını da yakında değiştirecek gibi duruyor. Liverpool'un ciddi şekilde ilgilendiği dedikodusu hakim. Schalke henüz Liverpool kapımızı çallmadı diyor ama bence devre arasında Liverpool ile asıl görüşme Huntelaar için yapılacak.. Holtby de gidebilir, mümkün.

Lakin sorun şu ki babası İngiliz olan Holtby çocukluğunda sıkı bir Everton fanatiğiymiş.

Güzel adam, tek sorunu istikrar.. Ön alanda yaratıcı olduğu kadar golcü.. Zeki ve sakin. Bu arada düşündüm de geçtiğimiz yıllarda Tuchel'in ne kadrosu varmış öyle Mainz'da? Holtby, Schürrle, Szalai, Fuchs.. 

Arjen Robben & Katy Perry


Wetten dass'a gelmişler de ilgimi çeken Robben'in üzerindeki forma oldu.

Louis Van Gaal röportajının bir yerinde Bayern'deki oyuncuların Alman milli takımdaki fazlalılğı nedeniyle Almanya milli takımını Hollanda'dan daha fazla desteklediğini söylemişti. Gönlü oraya daha çok kayıyormuş.. Elbette bu da başta Van Bommel olmak üzere pek çok kişi tarafından sert bir şekilde eleştirilmiş..

İlginç ama bir o kadar da doğal..

Sonra Almanya'nın kendi sistemi oynadığını belirtiyor ki kesinlikle haklı. Fark elbette mevcut ve bu da özellikle kenarda oynayan oyuncuların niteliklerinden kaynaklanıyor. Höness ve Neuer  konusu hariç pek çok ayrıntıda doğru şeyler söyledi. 

Hülasa bugün var olan Bayern Münih'in sisteminden Almanya milli takımının sistemine kadar.. Thomas Müller'den Schweinsteiger'in merkeze çekilip bambaşka bir kimliğe oturmasına kadar.. Lahm'ı sağda oynatmasına kadar..

Bir teknik adamın bir ülkeye katkısını görebiliyor musunuz? 

Çok fazla kibirli, Terim gibi Mourinho gibi ama haksız mı? 

Ajax'a stadı ben yaptırdım diyor, benimle çalışan her zaman "kar" yapmıştır diyor, haksız mı değil. 

Van Gaal benim en iyi top 5 teknik direktör listemin içerisindedir. 

Noyer!


Çok büyük kalecidir, çok.. 

Van Gaal'in röportajını okudum, yan çizdiğini gördüm. "Ben Neuer'i kabul etmiştim ama ona rekabet ortamı hazırlıyordum"

diyor devre arası her şeyi iyi giden takımda durduk yere Butt'u yedeğe atıp Kraft'ı bir numara yapmasını açıklıyor. 

Oysa Van Gaal transfere karşı bir adamdı. Alt yapıdan kendi oyuncu çıkaracak.. Yine röportajında gururlandığı gibi "Puyol, xavi, İniesta" hep benim eserim diyecek.. Bu yüzden Beşiktaş'a çok yakışırdı diyroduk zaten ama burada yan çiziyor. Neuer'i istedim ben diyor.. 

Neuer'e karşı Kraft'ı geçirmişti kaleye.. Daha önemli şeyler de söyledi, ilerleyen zamanda onlar da...

Ameri Ichinose


Bloga koyabileceğim en "olağan" fotosu budur. Kagawa'nın yavuklusu. Porno yıldızı olduğu söyleniyor. Bu ismi gugıldan en azından iş yerinde filan aratmamanızı tavsiye ediyorum... 


Mesleği nedir, ilgilenmiyoruz ama Almanya'ya ayak bastığı günden beri "sarışın sarışın" diye debelenen Kagawa'yı bu hatun fikrinden caydırmış..  E normal..   2 kere 2'nin kaç ettiği konusunda dahi var olan düşüncemizi değiştirtirebilir  bir insan'a benziyor.. İnsan mı değil mi tam karar veremedim gerçi ama..

Herkes sever!


Geçenlerde Juve maçının bana göre kahramanlarından olan Javier Zanetti için bir yorum vardı. "Hangi takımı tutarsanız tutun, bu oyuncudan nefret edemezsiniz." Keza aynı şekilde Raul için de aynı yorumu sıklıkla duyardık.. Alex için de söyleyebiliriz ya da Casillas  ve Kaka için de.. 

Raul'u sevmeyene ben rastlamadım.. Casillas için de aynı şeyi söyleyebiliriz.. Güzel adam bir başka güzel adamın formasını sırtına geçirmiş..



Mario Mandzukic


Tek bir andan ibaret yaşam


Koşturuyorum, sürekli bir şeyleri yetiştirmeye çabası içerisinde geçiyor günlerim. Ama belki de bu yüzden  bulduğum o nadir boş anlar bu kadar keyifli ve bu kadar güzel. 

Uzun zaman önce insanların bana bakıp duyumsadıkları kendi acılarından muzdariptim. Benimkilere pek dokunamadıkları gibi hissetmediğim acı-sızı hikayeleri yazıyorlardı kendi iç dünyalarında..  Benzer şekilde şimdi de bir başkasının hayaline sahip olmadığım için anlaşılamadığım oluyor sıklıkla.

Ablam'ın kızı.. Aurelia.. Buraya geldi ve onunla geçirilen güzel zamanlar, benim basit hayallerimden sadece bir tanesi.  Şu salıngacı beklemektir benim için hayat bazen..

Geçenlerde bir gazetenin daha spor servisinde çalışmak istemediğimi belirttim. Anlaşılamıyorum bir türlü. Herkes iyiyi, doğruyu ben olmadığım halde benden daha iyi biliyorlar. Pek çokları yine kendi hayallerine dalıp benim için neyin iyi neyin kötü olduğuna karar verme çabası içerisinde. Misal şimdi  kahvemi alıp maçlarımı izlerken aldığım keyfin aslında oluşturulmak için büyük uğraşlar verilmiş, bedeller ödenmiş bir hayalin parçası olduğunu biliyorlar mı ki?

Para kazanmak araç değil de amaç olsaydı burada işim ne benim? 

Evim'i görmelisiniz. Öğrenci evi gibi.. Kimin evine gitsem kendi evim gözüme ucube gibi gözüküyor. Pek bir şeye benzemiyor. Ama misal en güzel kahve makinası bende.. Digiturk'um, DSmart'ım yani maçlarım var. Kahvem var ve hepsinden önemlisi çayım var.

E daha ne?

Az önce Juventus-İnter maçı öncesi kahvemi yapmışım, lap top'un başına geçip radyo spikeri olduğundan şüphelendiğim garip yorumcu arkadaşla beraber muazzam bir doksan dakikayı izledim. Çok büyük keyif aldım, 

dahası yok bunun.. Abartmamak gerekir bu yaşamı. Hepsi bu diyorum sıklıkla..

İnsanlara tahammülüm de ayırdığım süre de azaldı. İstediğim işle meşgul olabilmek adına gereğinden fazla yoğun çalışma temposuna girmek zorunda kalışımın bazı bazı "zaman" problemleri yaratmıyor değil. Sevgilimden arkadaşlarımdan  aileme kadar azalıyor dakikalarım ama her şeyin bir bedeli var diyorduk ya hep biz?

Yarın bana ne getirir bilmiyorum. İşe giderken bir arabanın altında mı kalırız, spot totoda hatasız giden kuponum tutar da 2 milyon mu kazanırım inanın bilmiyorum  ama daha da önemlisi ilgilenmiyorum. Değişik hayaller kuruyorum ve en önemli güzelliğim dışarıdaki çığlıklara kulaklarım uzun zamandır tıkalı. 

Yoksa nasıl Bayern Münih'in, Juventus'un  yenileceğini iddia edebilirdik ki?

Değil mi?


Bence siz de kendisi tek bir andan ibaret olan bir yaşamın anları üstünde durmayı öğrenin..