Emre Özcan'la programdan çıktık (yenilsen de yensen de) Taksim'e indik. Kitapçıya girince sordum; var mı okumamı istediğin bir şey.. Net bir cevap vermedi ama bunu görünce "mutlaka okumalısın" dedi.. Şibumi ile beraber aldım ki zaten yıllardır duyar ederim bir şekilde.. ilgimi çekmemişti pek ya da ben Almanya'ya gitmiştim daha doğru açıklama.
Birinci Dünya Savaşı esnasında genç doktorun ilk aşkı konu ediliyor. Keyifli diyaloglar, güzel betimlelemeler olsa da bu ve benzeri eserleri çok fazla okuduğumdan ortalara doğru sıkılmaya başladım. Başladığım hiçbir kitabı yarım bırakmamaya zamanında söz verdiğim için sonuna kadar gittim ve iyi ki de gitmişim..
Bambaşka bir romana dönüştü.
Son sayfasına kadar içerisinde barındırdığı hikayenin gerçeğine ulaşamamanız sürükleyicilik açısından güzel bir ayrıntı olsa da dikkat çeken yazarın karakterlere olan yakın temasında gösterdiği üstün başarı. Freud'u anmaya başlamasıyla aslında ipuçları da veriyordu ama böylesini beklememiştim.. Psikolojik tasvirlerin güçlü olması, karakterlerin başından sonuna takındığı tavırların bir bütünlük içermesi ve kopukluk yaşamadan muazzam bir kurgu eşliğinde romanın ilerlemesi takdire şayan.. Aşk olsa da içerik; etkileyici olan Katyagillerin kendi içerisinde yaşadığı trajedinin aile bireyleri üzerindeki etkisini müthiş bir ifade gücüyle dışarıya aksettirilmesidir.
Bu eserin son çeyreğinde artan güzelliğin tadını alabilmeniz için sindire sindire sayfaları çevirin.
..............
“Taşlarımı kaybetmek beni hiç üzmezdi. Koleksiyon yapmayı değil, yerden toplamayı seviyordum ben. Neden eğilip taşı aldığımın açıklaması ise... benim kendime göre çok mantıklıydı ama başkalarının buradaki mantığı anlamasını bekleyemeycek kadar aklım vardı. Şöyle düşünüyordum: Bu taşı ben almazsam... kim alır?”
“Taşı kese biçimindeki çantasına, ötekilerinin yanına koydu, elindeki büyük çantaya attı. “Bana dünyayı vermekte olduğunuz hiç aklınıza gelmiş miydi... parça parça olarak?"
"Ben geleceği hep, yığınlar halinde bugün olmayı bekleyen yarınlardan oluşmuş diye görürüm"
"Dedikodu bizim kadınlarımıza günahın tadını çıkarma olanağı verir. Kendi işlemeyecekleri, işleyemecekleri günahlar. Çünkü cesaretsizlikleri, hayal güçlerinin eksikliği ve fırsatsızlık engelliyor. Biz de bu eksikliklere namus diyoruz."
"Ne fazla mutluluğa ne de fazla acıya yer bırakıyorum. Kendime güvenli ve kararlı bir yüzeysellik edindim. Zevklerim var ama iştahlarım yok. Gülüyorum ama pek seyrek gülümsüyorum. Beklentilerim var ama umutlarım yok. Esprilerim var ama mizahım yok. Çok atağım ama hiç cesaretim yok. Açık sözlüyüm ama içtenliğim yok. Çekiciliği güzelliğe tercih ederim. Rahatlığı da yararlılığa tercih ederim. Güzel kurulmuş bir cümle bence anlamlı bir cümleden daha iyidir. Her şeyde yapaylığı seçerim"
4 yorum:
biz de insanların asla sahip olamayacakları şeylere bok atma çabalarına orospu çocukluğu diyoruz.
Sakin arkadaşım sakin. Ayar verdiğini hissederek rahatlayacaksan eyw da sakin..
Bu kitap tek kelimeyle özetlenecek olursa farklıydı.
Okurken tüylerimin diken diken olduğunu hatırlıyorum...
sadece basit bir tepki.birşeyin altından başka başka şeyler çıkarmasak olmaz mı. hoş gelmediyse kabul etmezsin olur biter ama bunlara hiç gerek yok.
Yorum Gönder