Eski şarkı bu çok.. O
yıllara da dönelim ama ben size babamı anlatayım biraz.
Yazları giderdim Almanya’ya. Üç ay. İlkokul 2’de başladım
lise sona kadar düzenli bir şekilde gidiyordum.
İlk defa havuzu orada gördüm. İlk defa olmasa da uzun
sürecek olan çocukluk aşkı da orada başladı. Sarışın bir Alman kızı. Bizim
kasabanın çocuklarının tamamı yine bu kıza kesik. Bizim kaçma şansımız yoktu
pek, biz de olduk. O değil de Almanca bilmiyorum. Hani olsa bir ilişki nasıl
devam edecek, en ufak bir fikrim yok. Aşkın dili vardır diyerek çok fazla
düşünmezdik.
Özellikle havuz.. Küçük
bir cemaat, konuşmasan da her gün buraya gittiğin vakit kasabanın yarısını tanıyordun,
gözün aşina oluyordu bir şekilde. Üstelik
bu kızın ailesi havuzdaki büfeyi işletiyor. Bazen annesinin yerine bu da
bakıyor müşterilere ve ben oraya iki dönüm tarla parasını bu yüzden
yatırmıştım. Jelibonlar vardı, seçiyordun ve bu sayede daha fazla vakit geçirip
az biraz da ilişki kuruyorduk çat pat bile olmayan almancamla.. Üzerinde şekerler olan jelibonlardan nefret
etmiştim ama işte..
Platonik aşkın kibirle karışık olağan duygusu şudur ki o kız
da zaten size aşıktır ama açılamıyordur bir türlü. İki eski sevgili de zaten
hep birbirlerini unutamamıştır geyiğinin biraz benzeri. İçten içe buna ilginç
bir şekilde inanırsınız. Ben o kadar
abartıyorum ki olduğum bölgeye tesadüfen geldiği vakit “dur şuna kesik
olmadığımı anlasın” diye o bölgeden uzaklaşıyordum. Gerizekalı diyeceksiniz ama hakkaten akıl
yoktu bu tek taraflı çekilen eziyetin içerisinde. Oysa bir gün olsun bana özel
bir bakış, ayrıntı, yaklaşım filan görmemiştim ama eli kulağındaydı,
bekliyordum.
İki havuz var. Birisinin boyu sıfırdan başlayıp 1.50’ye
kadar gidiyordu. Şimdi bu o çocuk boyumuza “derin” diyebileceğimiz kısmındaydı
ve ben tam da onun önünden havuzun ortasına doğru yol alırken kesinlikle
emindim, bana bakıyordu. Havuzun kenarından ortasına doğru olan yürüyüşümde öyle
bir hava vardı ki görmeniz gerekirdi. Kenardan yürürken aniden hızlandım ve
ortalarda bir yerde çivileme havuza atladım. Hava atıyorduk, en büyük havamız
da buydu.
Küt!
Beyin içeride sarsıldı, betona kafayı geçirdim ama kendime
geldim suyun altında. Havuzun ortasından çekilmiş bir ip vardı. Ona
tutunmasaydım karizma çizilebilirdi de. Yine de bir çıkışım vardı yukarıya
doğru.. Saçlarla suyu attırdım şöyle..
Ayağa kalkınca su şortumun altına geliyor ama daha havalı yürümeye başladım.
Havuzun derinliklerine doğru giderken kızın bana baktığını gördüm.
Hiç yüz vermedim.
Daha da beter bakmaya, gözünü benden ayırmamaya başladı.
“Olur öyle güzelim, güzele kim bakmaz ki” havasında ona
doğru ama ona bakmayarak ilerledim.
Yalnız o değil yanındaki kızlar da bakıyor, gözlerini dikmiş
benden alamıyor, konuşmak için fırsat yaratma peşindeler. Bana doğru bir şeyler
söyledi söyleyecek. Herhalde arkadaşları gelecek, bu bizim kız senden
hoşlanıyor ama açılamıyor filan diyecek.
Buna inanmıştım bir şekilde..
Buna inanmıştım bir şekilde..
Kız bana doğru geliyor, benim o gerizekalı aşık çocuk tavrım
ise kızdan kaçıyor derken kuzenimi gördüm.
O da bana bakıyor.
Çevremdeki herkes bana bakıyor
Lan ne oluyor derken anladım.
35 cmlik havuza çivileme atlayınca kafa yarılmış, kanlar
alnıma doğru akmaya başlamış. Kuzenim gelip haber verince havuzun güvenliğine
giderken yaşadığım hayal kırıklığını anlatamam.
Çok az kalmıştı be çok az..
Yurtta da bir kere kafayı yarmıştım ben. Mahallenin çocuklarıyla kavga etmiş, biraz hırpalanmış
olan çocuğun metrelerce uzaktan attığı taş kafama isabet etmiş ve bu şekilde
dikişlerle tanışmıştım. Beni götürdüler, ayakta acıdan öldürürken kafama dikiş
atıp yurda geri postalamışlardı.
Oysa burada?
Beni hemen sedyeye yatırdılar. O kadar filmlerde gördük,
demek böyleymiş dedim içimden. İçeride
ilk müdahale yapılırken başımda dört insan! Sonrasında ambulans geldi. En yakın
hastaneye götürdüler, kuzen de yanımda çeviri yapıyor, beni bilgilendiriyor.
Aslında sallamıyordum ama öyle bir muamele yaptılar ki ölecek hasta sandım
kendimi. “Olm bak kötü bir şey var, söylemiyorsan valla bak..” diyerek kuzene çeşitli
küfürler savuruyordum. Bir insanoğlunun kafası yarıldı diye başında beş kişi
bir şeyler yapıp ambulans çağrılıp hastaneye gönderilir mi?
Kesin kötü bir şey vardı, kesin..
Hastanede ise kuzeni gülme krizi tuttu. Benim başıma dikiş
atılacak olan o bölgeye bir iğne yapılınca kafanın bir bölümü balon gibi şişti.
Mınnakodumun kuzeni gülmekten çeviriyi de unuttu, ne yapacağımı şaşırdım.
Hülasa saçımın bir kısmı da kesildi, dikiş atıldı ve eve geldim.
Babam..
Almanya’da bu hikayeyi anlattığım zaman insanlar şaşırır ama
eminim ki buradaki baba tavrı pek çoğunuza şaşırtıcı gelmeyecek. Ne kızın bana
aslında bakmadığının yarattığı düş kırıklığı, ne o sıcakta havuza bir hafta
giremeyeceğimi öğrenmemin acısı ne de kafamın tam ortasına dikişler atılıp
saçların bir kısmının kesilmiş olmasından dolayı şapkayla gezecek olmam önemli
değildi.
Babam bu duruma ne diyecek?
Filmlerde hep bu gibi durumlarda ailenin çocuğa yaklaşımı
vardır. Sarıp sarmalarlar, bir dediğini iki etmezler ve daha fazla zarar
görmediği için sevinir, eşşeğini kaybedip de sonra bulan insan gibi çocuğuna
yeniden doğmuşçasına sevgi gösterilerinde bulunurlar.
Bizimkisi alayla karışık bir kalay, bir kalay..
Okulun son günü kolumu kırmış, alçısı bir günlük olduğunda
da yine yaz tatili için Almanya’ya gitmiştim. Aynı şekilde o yolculuk boyunca
aynı korku..
Babam beni dövmemiştir hiç. Ablalarımı çok eskiden çok da
sert olmamak kaydıyla dövermiş, ama bana denk gelmedi. Üstelik çok samimi
söylüyorum ki beni dövmek biraz zordur. Bu gibi durumlarda acaip acı çekerim,
üzerime gelir, bir noktaya kadar bir şey demem, diyemem zaten. Amma velakin 10
yaşımda iken dahi şalter attığında işler değişiyor. O andan itibaren sorun benim
elimden babamı kim alacak problemi başlıyor. Yanımda, çevremde elime ne
geçirirsem, neye gücüm yeterse ve tamamen kendimi kaybettiğimi söyleyebilirim. Şunu da mutlaka eklemeliyim; inanılmaz
rahatlıyordum. Bir boşalma anı, bir deliriş anı. Tehlikeli olduğumu bilmem
söylemem gerek var mı bu zamanlarda..
Lakin böyle durumlar o dönemler yılda bir ya olur ya
olmazdı. Babam ayarında tutturup lafları sokmaya devam ederse o acıyla kalırdın
öyle. Zaten dikiş atılmış, zaten hastasın, yaralısın ama asıl korkunç olanı evde
babanın sana bu kazadan dolayı sarf edeceği sözler olurdu.
Üç ya da dört kez babama karşı o eşiğe geldim.
İlkokul beşinci sınıfta Almanya’da yaşayan halamı beynindeki
tümörden dolayı kaybedince tüm aile bir gün içerisinde dedemin evine
doluşuverdi. Benim dengemi bozan ise olağanın dışında tutkuyla bağlandığım babaannemin
kızını kaybettiği için sürekli ağlaması, ağıt yakmasıydı. Benim de halamdı ama
10 yıllık yaşantının içerisinde onu bir ya da iki kez görmüştüm, üzüntüm çok
fazla değildi.
Ağlıyordum ama halama değil babaanneme. Çocukluğumun en
büyük korkusu köyde birilerinin vefat etmesiydi zira babaannemin ağıtları
dayanılmazdı benim için.
Doldum, doldum, doldum..
Dedemle babam basit bir meseleden tartıştı. Aslına babam
dedemin sağlığını düşünüyordu ve inatçılığından dolayı kimi durumlara dikkat
etmediği için kavga ediyordu. Çocuk kafasıyla algılayamıyordum ve dedemle olan
kavgada birden babamın üzerine yürümüşüm. Gerçekten hatırlamıyorum o anı.. Çevremdekiler elime geçirdiğim nesnelerle
babama zarar vereceğimi düşünürken yıllar sonra babamla bu zamanları
konuştuğumuzda ise onun korkusu kendime zarar verebilmemmiş.
Hülasa o uç noktaya çıkmadığım sürece babamın olası her
türlü kazada garip bir tavrı olur ve canımı çok acıtırdı.
Birkaç defa dedim ya.. Sonuncusu Almanya’dan buraya gelmeden on
gün önce gerçekleşti.
1 yorum:
kitap yazmayı düşündünüz mü?
Yorum Gönder