Tomas Tuchel'in bu yarım saate yakın konuşmasını "kabaca" çevirdim. Bire bir aynı olmasına özen gösterdim ama daha çok içeriği yansıtma derdindeydim. Bunu bazen başka kelimelerle ama sıklıkla da onun cümleleriyle yaptım.
Övgü veya yergiden ziyade aday teknik direktörü tanımak için..
RULE BREAKER
RULE BREAKER
Burada tecrübelerimi sizinle paylaşacağım için oldukça mutlu olduğumu söylemeliyim her şeyden önce.
Öncelikle beni antrenör olarak takımın başına Christian Heidel getirdi. Tek bir resmi maç dahi Bundesligada ne oyuncu olarak oynamış ne de antrenör olarak takım çalıştırmamış olduğum halde böyle cesur bir karar vererek benim meslek hayatımı başlatmış oldu. Dolayısıyla ilk "Rulebreaker" burada menajerimiz Heidel oluyor. Ben takımı ikinci ligden birinci lige çıkaran teknik direktörün kovulmasının arkasından geldim. orada mesele sonuçlar değil daha çok futbola olan temel yaklaşım konusunda problemler olmasıydı. Neyse hikaye böyle bir şekile başlamış oldu.
Salı günü ilk defa bir Bundesliga takımını çalıştırmak üzere göreve başladım. Cumartesi günü de Bayer Leverkusen'e karşı ilk resmi maçımı oynamak zorundaydım. Ne bir hazırlık kampı ne de beraber geçirdiğimiz günler vardı oyuncularla. Salı günü ilk antrenaman. Cumartesi günü ilk maç. Takım öncesinde kupada dördüncü lig takımına elenmiş olduğunu da düşünürsek "isimsiz bir teknik direktör" için ideal bir ortam vardı. (gülüyor) İlk gün kısa bir antrenman yaptıktan sonra iki günlüğüne basından ve her şeyden uzak 100 km uzaklıkta bir otele gidip orada çalışacak aynı zamanda takımla da tanışmış olacaktık. Ben sadece 1 yıldır u19'un antrenörü olarak kulüpteydim.(U19 ile şampiyon oldu geldi) Pek çoğunu sima olarak biliyordum ama kimseyi gerçekte tanımıyordum.
Çarşamba günü başladık işe.
Takımla ilk buluşmamız antrenman öncesi kahve-pasta arası yaparken ben elimde tahtayla bundan sonraki süreçte geçerli olacak olan kuralları yazmak üzere hazırlıyordum kendimi. Bir süre sonra bu kuralların ne olduğunu da söyleyeceğim. Öğleden sonraki antrenman uzun değildi ve 19:30'da akşam yemeği vardı. Gergindim. Yardımcı antrenörüm yok daha. Tek başıma orada öylece duruyordum. Daha 2 gün önce gençleri çalıştırıyor ve aslında her şey olağan bir şekilde ilerlerken birden kendimi burada buldum. Öyle ki takımda yer alan bazı oyuncular benden yaşça daha büyüktü.
Ben yemeğe 10 dakika erken geldim ama karşımdan gelerek çıkanlar oluyordu. Bazıları uzun süredir orada vakit geçirmiş olmalı ki yemeğin sonuna gelirken bazıları ise yemeğe yeni başlıyordu. Yemek bittiğinde hızlı bir şekilde şunu söyledim: Yarın antrenman sonrası 12:30'da herkes yemeğe ben "afiyet olsun" deyince aynı anda başlayacak. Herkes tam 12:30'da orada olacak ne erken ne de geç.. Kural 1..
Perşembe günü herkes tam zamanında oradaydı. "Afiyet olsun" dedim ve yemek başladı. Şimdi düşünün bir Bundesliga takımı ve muazzam bir servis var. Birinci çorba, ikinci çorba ana yemek ara yemek, etidir, balığıdır, çeşit çeşit tatlısıdır.. Profesyonel bir takımın ne ihtiyacı varsa orada vardı. Ben daha çorbamı bitirmeden takımın yarısının yemek masasından kalktığını gördüm. Tatlılar, onlar bunlar her şey masada duruyor, orada iki kişi kalmış diğer masada üç kişi. Tamam ben düne kadar U19 antrenörüydüm ama yine bu böyle gidemezdi.
Cuma günü evimizde oynadığımız her maçta olduğu gibi bir gün öncesinden otele gidiyoruz. Orada da yemek var. 19:30'da hepimiz buluşacağız. Onlara bu sefer şöyle dedim: "Bu benim daha üçüncü günüm ve bir kez daha size yemek hakkında bir şeyler söylemek hoş değil ama sizden bir ricam daha olacak. Daha önceden söylediğim gibi herkes tam zamanında yemeğe başlayacak ve ilk 20 dakika da beraber olacağız yemek masasında. Kimse kalkmayacak." Herkes kabul etti. Ve inanır mısınız o gün yemekten sonra takım 40-45 dakika masadan kalkmadı. 18 kişiyiz ve iki tane 9 kişilik masa var. Herkes öyle bir isteğim olmamasına rağmen son kişinin yemeği bitirmesini bekledi ve ondan sonra masadan kalktı ve bu beni çok mutlu etti. Diğerine saygı, beraber konuşma, fikir alışverişi, bütünlük, takımdaşlık duygusu vesaire. Her şey çok başka olmaya daha o yemek masasında başlamıştı. Takım olmak, bu duygu her şeyin başında gelir.
FARKLI DİZİLİŞLERLE SAHADA YER ALMA
Bütün yorumcular özellikle ilk yılımızda her maça farklı dizilişle çıktığımızı dile getirdiler. Peki bu neden böyle oldu? Diziliş kalecinin dışında kalan 10 oyuncunun sahada geometrik olarak farklı şekilde yer alması. Klasik 4-4-2.. Baklava 4-4-2.. 3-5-2.. 4-3-3 v.s. O zamana kadar olan yaklaşık 7 yıllık antrenörlük deneyimi içerisinde bana her yerde öğretilen bir sistemi takıma inşa ettikten sonra zamanla otomatizasyonunu artırarak bunu en iyi seviyeye getirmem gerektiği olmuştu. Farklı dizilişler ve sistemlerle sahada yer almamız öncesinde aldığımız bir karardan ziyade koşulların bizi götürdüğü yer oldu. Antrenör ekibimle beraber bu takımın diğerleriyle rekabet edecek seviyede olmadığını, kadro kalitesi, taktiksel içerik, bireysel oyuncu kalitesi, takımdaşlık duygusu açısından takımın fazlasıyla sorunlu olduğu konusunda hem fikir olmuştuk. Biz diğer takımlarla baş edecek güçte değildik.
Kısaca yetersizdik her konuda..
Bu durumda hızlı bir çözüm üretmeliydik, maçlar başladı vakit yok. Rakip analizi, rakip analizi, rakip analizi.. DVD'leri ileri sar, geri sar, ileri sar, geri sar, ordan kes, burdan kes.. Ve en sonunda çözüm olarak rakibin dizilişinin sahadaki yansıması olmaya karar verdik. Bu 4-4-2 olduğunda sorun değil, biz de 4-4-2 oynuyorduk. Ama mesela 4-2-3-1'de biz en iyi 4-1-4- Neden? Bu şekilde top rakipte olduğunda savunma nereye doğru koşacağını kolayca algılayabiliyor oldu. Bu rakibin dizilimin kendi sahamızdaki yansıması oyuncuların işlerini kolaylaştırdı. Saha içerisinde düşünmeden doğru bir şekilde hareket etmenin bir yoluydu onlar için. İçgüdüsel olarak hareket edip savunma yapabilecekleri bir sistemin sonuçlarıydı her maça farklı taktikle çıkma zorunluluğu. Rahatsız edici olmak ve doğru bir savunma yapmak için bu yol tercih edildi. Bu bir konseptti aslında. Maçın onuncu saniyesinde şimdi kim buna saldıracak, ben nereye koşacağım, ben mi sen mi dersen.. hoop geç kalındı bile. Bundesliga seviyesinde o kadar düşünmeye vaktiniz yok. Bu gibi ikilemlere oyuncuları düşürmeden kolayca saha içerisinde doğruyu bulmaları için düşünülmüş bir yoldu her maça rakibin sahadaki yansımasının karşılığı olarak dizilmek. Bir noktadan sonra bu çok farklı sistemleri oynayabilmenin rahatlığına kavuşturdu ve bu durumubu sefer de ben avantaja çevirdim. Bunun rahatlığı ile planlar yaptım.
Elbette antrenmanlarda da çok şeyi değiştirdik..
Bundesliga maçlarında sıklıkla merkez kalabalık olur, iyi bir şekilde tutulur ve takımlar mümkün mertebe topu hızlıca kenara taşımak isterler. Ve benim takımım da hızlı bir şekilde kenara topu atıp çizgiden yerden ileriye doğru gitmek istiyordu. Bu bizim için kesinlikle doğru bir yöntem değildi. Kolay olduğunu söyleyebiliriz. Alırım topu, önümdeki çizgiden hücum oyuncusuna aktarıp gerisine karışmam? Biz ne yaptık? Diyagonal uzun oynamak için şartları zorladık. Nasıl? Antrenman sahalarında kale boyunu küçültüp beşgenler içerisinde takımı çalıştırdık. Yani çalıştığımız antrenman sahası içerisinde çizgiye inen zorunlu olarak diyagonal oynaması gerekecek şekilde sahaları farklılaştırdık. Çünkü bizim temel ilkemiz öne doğru diyagonal oynamak oldu. Mainz'ın o günden bugüne kadar taviz vermediği oyun felsefesidir.
Katı bir şekilde davranmadık. Baklava dilimi şeklinde olan sahanın içerisinde antrenör ekibimle beraber oyunculara nasıl çözüm bulacağı konusunda yardımcı olmaya çalıştık. Bu benim antrene etme yöntemimimi de değiştirdi elbette. Mesela elimde düdük, ileriye uzun diyagonal pas olmadığında oyunu durdurmadım. "Ben sana böyle pası atacaksın" diye oyunu kesip çıkışmadım. Hayır.. sahayı farklı şekilde kesip biçtikten sonra o alanda oyuncunun nasıl çözüm bulması konusunda yardımcı olmaya çalıştık bir şeyleri zorla dikte etmekten ziyade. Ben oyuncunun o alanda kendisine nasıl çözüm bulduğunu gözlemleyip gerekirse ona çözüm bulma konusunda yardımcı oluyordum. Oyuncunun problemi çözmede yardımcısı oluyorsun bir şeyleri yapıp yapmadığının kontrolcüsü olmak yerine.
Çok fazla tekrar yapıyoruz antrenmanlarda belki ama daha çok kendimizin belirlediği planı uyguluyorduk. Pas-pas-pas ve orta gibi antrenmanları hiç yapmadık mesela. 3 ay bunu 3 ay bunu çalışacağız gibi bölümlere ayırmadan bir bütün halinde her şeyi her zaman her gün çalıştık. Biz olabildiğince daraltılmış ve farklılaştırılmış sahalarda sürekli çalıştık. Daire biçiminde sahalardan 18 metre eni 75 metre boyu olan sahalara kadar çeşitli geometrik şekillerde çalıştık ama bugüne kadar bir kez olsun normal bir sahada 11'e 11 antrenman yapmadık. Çünkü birinci hedefim Cumartesi oynanacak olan maçın kopyasını hafta içerisinde oyunculara çalıştırmak oldu. Antrenör ekibimle beraber sayısız kez koşullara göre bizim belirlediğimiz çözümleri tekrar ettirerek maça hazırlandık. Mümkün mertebe oyuncuların sahada bulduğumuz çözüme maç içerisinde aşina olmasını sağlamaya çalıştık. Biz antrenör ekibi olarak "Rulebreaker" (kural yıkıcı) olduk ama böyle olduğunu bilmeden. Hedefimiz hep şu oldu: Bu eksikliğimizi, yetersizliği giderecek çözüm nedir? Bize ne yardım edebilir?
Her maç öncesi yayıncı kuruluşun mikrofonu önüme uzatmasından hep ürktüm. Her seferinde "Herr Tuchel, yine geçen kadronuzdan 6 kişinin yerleri farklılaşmış" dediği anda ben "Ne? 6 kişiyi mi değiştirmişim?" Farkında bile değilim, ben o an en iyi çözümü bulduğumu düşünüyorum sadece.. İkinci sezonda üst üste ligin ilk 7 haftasında galibiyet alıp rekor kırdığımız dönemin dördüncü maçında Bremen'e karşı aynı şekilde tüm hafta hazırlandık. Kim oynamalı, zayıf tarafı neresi, hangi oyuncu verimli olur gibi her şeyi halledip maça saatler kala menajer yanıma geldi. Eleştirel bir şekilde değil oldukça iyi niyetli bir tavırla "Yine 4 kişi değişmiş kadrodan. Sanırım Mainz'daki herhangi bir taraftar bile bu hafta kimin oynayacağını ve takımı ne şekilde sahaya çıkacağını bilmiyordur" Ne? Yarımdıcıma dönüp 4 oyuncuyu mu değiştirmişiz yine dedim. Bu değişilikler işin bir ayrıntısı. Farkında bile değiliz. Belki dışarıdan görünen bu ama gerçekte biz rakibi en iyi hangi kadro karşılar onun peşinde olduk.
Bakın u15, u17, u19 maçları söz konusu olursa belki antrenörün öne çıkıp belirleyici olduğu yerlerdir ama bu seviyedeki futbolda oyuncular bu oyunun asli faktörüdür. Antrnörler ise oyunculara hizmet eder sadece. Bizim temel görevimiz bu oyunun gerçek aktörleri olan oyunculara "hizmet" etmek. Bu yüzden Mainz'da oyuncularımın bu sorumluluğu tam bir bilinç ile almalarını isterken onları yalnız bırakmayıp yanlarında bir destekçisi olarak her zaman yer aldık.
Kurallar koydum. Bu benimle takımın beraber yaşaması için geçerli olan kuralları her geçen gün geliştirdik. Bu kurallar oyuncuların yazılı olarak her gün göreceği şekilde duvarlarda asılıydı. Mesela bunlardan birisi nasıl birbirimize selam vereceğimiz konusunu içeriyordu. Biz oyuncularla birbirlerimizin gözlerine bakıp mutlaka ve mutlaka tokalaşarak selamlaşıyoruz. Bu öncelikle antrenörden başlar. "haa tamam selam" şeklinde değil. Elini sıkıp gözlerine bakarken antrenörün tavırlarıyla oyuncuyla beraber çalışmaktan alacağı hazzı karşı tarafa iletmeli. Takım arkadaşının konuşurken/selamlaşırken gözlerine bakmak, elini sıkmak bir kuraldır.
Ben ilk yılımda Mainz ile 9. oldum. Bu kulubün tüm zamanlarda elde ettiği en iyi derecesi oldu. Ve hepinizin tanıdığı o uzmanlar hemen başladı konuşmaya "Birinci lige çıkmış takımın en zor sezonu ikinci senesidir." Tamam.. İkinci senede Bundesliganın en iyi başlangıç rekorunu kırdık, ilk 7 maçı da kazandık. Ve sezonu da 5. bitirdik. Tabi ki bu da yine kulüp rekoru oldu ve Avrupa Ligi'ne gittik.
3. sene ise takımda yıldız üç oyuncu satıldı, takımın en etkili iki oyuncusu yarım sezonu sakat geçirdi 10 tane yeni oyuncu geldi ve yeni bir grup oldu. Pek kimsenin tanımadığı Rumen takımına karşı Avrupa Ligi elemelerini 46'ya 4 şutlarda üstün olduğumuz bir maçta penaltılarla kaybettik. O gün uçaktaki görüntüyü hiç unutamam. Ben takımı bu kadar bitkin ilk defa görüyordum.Perşembe akşamı oyuncular çökmüş ama cumartesi öğlen ise Bundesliga maçımız vardı. Cuma günü herkes video analizini bekliyordu, neyi doğru neyi yanlış yaptığımızı anlatmamı, göstermemi.. Hepsini video odasına toplayıp onlara dünyanın belki de en iyi takım oyuncusu olan Michael Jordan'ın şu sözlerini okudum:
"Ben kariyerimde 900 atışı kaçırdım. Yaklaşık 300 maç kaybettim. 26 kez maçın sonucunu belirleyecek olan atışı kaçırdım. Hayatımda yine ve yeniden sürekli kaybettiğim için bu kadar çok başarılı oldum" Michael Jordan..
Bunu okuyup duvara astım, Michael Jordan görüntüleri eşliğinde oyuncularıma okudum. Bu acılar, yenilgiler, sizi başarıya götüren yolun taşlarıdır. Cuma öğendi. Ve biz sadece 1 gün sonra Cumartesi öğlen yeni stadımızda Bayer Leverkusen'i 2-0 yendik.
O sezon geçirdiğim en kötü yıl oldu ve daha da önemlisi artık biz lig beşinciliğine göre değerlendiriliyorduk. Geçen haftaya kadar Bayern Münih'e karşı pozitif bilançosu olan tek takımdık, buna göre değerlendiriliyorduk. Bundesliga'da herkesi en az bir kez yenmeyi başardık. Daha da önemlisi biz hangi takımla oynarsak oynayalım, en güçlü ve formda takımı dahi yenebileceğimiz artık bekliyorlardı ve bizi hep lig beşinciliğine göre değerlendirdiler. Bu bir açıdan sizin "değerinizi" görme adına olumlu olsa da oyuncular bunu kaldıramadı. Olağan bir durum "kötü performans" olarak görülmeye de başlanmıştı. Başarı oyuncuların sırtında taşıyacağı yük olmaya başladı.
Unutmak.. Son söz olarak.. Tezim şudur ki: Bana göre erişilmiş başarıyı unutmak yaşanılmış mağlubiyeti/başarısızlığı unutmaktan çok çok daha önemlidir.
12 yorum:
abi musaadenle ohannes diyorum. eline saglik :)
bir soru sorayim. tuchel arka cikilirsa basarili olabiliyor, anlasildi. ama uygulamaya calistigi, onu farkli kilan sistemlerin tam da kendi tabiriyle "isimsiz bir teknik direktor" kivaminda bir ortama uygun olmasi 4. yildiz mucadelesinin yapilacagi bir sezonda onu biraz kotu bir tercih kilmiyor mu?
asilsiz suclamalar olmasin ama yine negatif olabilecek bir kac yonu daha: ulkeyi tanimamasi,kazanmayi aliskanlik haline getirmemis olmasi. muhtemelen baski dedigimiz seyden bihaber olmasi. baski diye anlattigi seyler bayern karsisindaki tablo, 5.cilik falan.
abi musaadenle ohannes diyorum. eline saglik :)
bir soru sorayim. tuchel arka cikilirsa basarili olabiliyor, anlasildi. ama uygulamaya calistigi, onu farkli kilan sistemlerin tam da kendi tabiriyle "isimsiz bir teknik direktor" kivaminda bir ortama uygun olmasi 4. yildiz mucadelesinin yapilacagi bir sezonda onu biraz kotu bir tercih kilmiyor mu?
asilsiz suclamalar olmasin ama yine negatif olabilecek bir kac yonu daha: ulkeyi tanimamasi,kazanmayi aliskanlik haline getirmemis olmasi. muhtemelen baski dedigimiz seyden bihaber olmasi. baski diye anlattigi seyler bayern karsisindaki tablo, 5.cilik falan.
Şu açıdan bakmalısın. u19 antrenörü isimsiz bir adam takır takır liderliği eline alıyor daha ilk üç gününde. Sence bu adam TR koşullarında pes eder mi ya da koşullara göre çözüm üretecek zekaya sahip midir? Hikaye 2009'da başlıyor orada..
Oysa geçen sezon devre arası mainz sözleşmesi devam eden Tuchel için 60 milyon euro istemişti. (vermedi yani.. ) http://www.bild.de/sport/fussball/thomas-tuchel/trainer-theater-mainz-will-60-mio-abloese-27701950.bild.html
tuchel turkiyedeki sisteme uyabilecek esneklikte olabilir ama nerede duracagini biliyor mu? aysal guc fetisisti bir insan. esnek olacagim derken ipler tuchelin elinden tamamen de kacabilir. ve tuchel tam da ipler elinde olmasi gereken bir insan.
misal daum esnektir, oyuncularina yalan soyler, cok kolay uygulanabilen, egitimden bagimsiz ve gunluk sistemler kullanir. (cift defans kanat kurgulari vs -vederson-carlos-topuz-gokhan) bu yuzden daum otoritesinden taviz vermekten pek rahatsiz olmaz. onun amaci olgun oyuncularla gunu kurtarmaktir daha cok. ama tuchel amaclari, idealleri olan bir insan. takimi belli bir egitimden gecirip digerlerinin kolaylikla uygulayamayacagi ozgun bir futbol oynatmak istiyor. yildiz oyuncularinin satilmasindan, sakatliklardan da bu yuzden bu kadar yakiniyor. muhtemelen messiyi eline verseniz okazaki iyiydi ya niye sakatlandi falan diyecek kadar :)
Bundesliga'nin disiplinli ve kurumsal ortaminda harika bir hikaye. Bizans'ta bunlari yapamazsiniz. Malesef. Buraya dogu tipi iliskileri sorun etmeyecek hatta istismar edebilecek kurnazlar lazim. Maclarin sahada kazanildigi bir lig olursa eger bir gun Türkiye Ligi belki o zaman, Tuchel gecer akce olur buralarda..
eğer galatasaray'a gelirse sene sonunda göndeririz , ne türkiyedeki baskıyı kaldırabilecek ne de elindeki kadrodan maksimum verimi alabilecek bir hoca olmadığı açık. almanlar türkler gibi değil tüm parayı stada yatırıp kalana paramız yok feda olsun demiyor yeni stad eşittir yeni yapılanma diyor ve kesenin ağzını iyice açıyor. kaldı ki kendisi u19 dan tanıdığı bildiği isimlerle çalışmış kendisi kesinlikle iyi bir teknik direktör olsa bile galatasaray'ın en kritik (fatih terimle yakaladığı derbi üstünlüğü ve psikolojik üstünlüğün fenerbahçe 4. yıldızı bizden önce taktığı düşünülürse kaybedilecek olmasından) dönemece girerken yanlış ve riskli bir tercih olduğu apaçık ortada. kaldı ki adı malum fenerli medya patronlarının algı operasyonları ve kesinlikle kazanmalıyım baskısı gerçekten hafife atılacak bir şey değil.
galatasaray uzun planlama değil günü kurtarmalı diye düşünmekteyim açıkçası.
Koncler: GS'a gelirse ne olur kestirmek zor. ben ilk resmi maçından bu yana -2009- tanımama rağmen senin kadar kesin konuşamıyorum. Kaldı ki u19 oyuncularıyla sadece ilk yıl çalıştı. Yarım yamalak tanıyorsun ama "kesin" konuşabiliyorsun, çok ilginç. İkinci yıl 7'de 7 başlangıç rekoru kırdı, kulübün tarihine geçti. Dokuzuncu oldu tarihe geçti beşinci oldu Avrupa'ya gitti v.s. Üçüncü yıl 24 kişilik kadronun yarısı değiştiv.s.
Kaldı ki her sene bizzat kendisinin parlattığı her yıldız oyuncu satıldı, yne başarılı oldu.(Schürrle, Szalai, Holtby v.s.) Mainz'dan GS'a gelmek ile "no name" ile Bundesliga takımı çalıştırmak benzeştirebilir. Diş geçirdi, masaya kendisinden büyük oyuncuların olduğu zamanda yumruğunu vurdu. Aradan 5 yıl geçti.
Bu yazıyı daha iyi okursan "günü kurtarma" konusunda da yetkin olabielceğini görebiliriz. Kaldı ki diğer adaylar kimmler?
Koncler: GS'a gelirse ne olur kestirmek zor. ben ilk resmi maçından bu yana -2009- tanımama rağmen senin kadar kesin konuşamıyorum. Kaldı ki u19 oyuncularıyla sadece ilk yıl çalıştı. Yarım yamalak tanıyorsun ama "kesin" konuşabiliyorsun, çok ilginç. İkinci yıl 7'de 7 başlangıç rekoru kırdı, kulübün tarihine geçti. Dokuzuncu oldu tarihe geçti beşinci oldu Avrupa'ya gitti v.s. Üçüncü yıl 24 kişilik kadronun yarısı değiştiv.s.
Kaldı ki her sene bizzat kendisinin parlattığı her yıldız oyuncu satıldı, yne başarılı oldu.(Schürrle, Szalai, Holtby v.s.) Mainz'dan GS'a gelmek ile "no name" ile Bundesliga takımı çalıştırmak benzeştirebilir. Diş geçirdi, masaya kendisinden büyük oyuncuların olduğu zamanda yumruğunu vurdu. Aradan 5 yıl geçti.
Bu yazıyı daha iyi okursan "günü kurtarma" konusunda da yetkin olabielceğini görebiliriz. Kaldı ki diğer adaylar kimmler?
Fatih Terim döneminden yorumlamaya başlamak gerekirse Terim, taktik bilgisi olarak yeterliydi. Top kaptırıldığında nasıl pres yapılması gerektiğini, topun geri kazanmak için yapılması gereken hamleleri oyunculara öğretebiliyordu fakat Terim'in takımı hücumda yaratıcı oyuncuların varlığında bile yaratıcı paslarla hücuma hızlı çıkmakta büyük eksiklik çekerdi.Yönetim Terim sonrası Mancini'yi getirerek naçizane fikrimi beyan edecek olursam futboldan anladığını belli etti.Evet Mancini tartışmalı başarıları olan bir teknik direktör belki fakat Galatasaray'da geçirdiği zamanında izlediğimiz kadarıyla oturtmaya çalıştığı sistem; topsuz alanda iyi yerleşme, topu kazanmak için şok-ani pres (gegenpressing), topla hücuma hızla ve yaratıcı çıkma temellerini sağlam atmaya çalıştığı yönündeydi. Alınan iyi sonuçlarda en öne çıkan 2 maç (Arena'daki Bursaspor ve Eskişehirspor maçları) oynatmaya çalıştığı sistemi en iyi yansıtan iki maçtı. Tuchel'in oyun felsefesini okuduğumda bana Fatih Terim'in ve Mancini'nin başarısızlığa yol açan eksiklerini kapatması ve Galatasaray'ı arzu edilen seviyeye çıkarması için yönetimin gündeminde olduğunu düşünüyorum. Bu hocanın adını kim zikrettiyse bence futboldan ve Galatasaray'dan anlıyor.
Fatih terim taktik bilgisi olarak avrupa standartlarindan cok farkliydi. Ona gore basariliydi ama avrupada kimse onun yaptigi gibi yapmiyordu. Takimi komple prese surukleyip surekli onlardan depar atmalarini bekliyordu ve bu da oyunculari fizik olarak yipratiyor mental acidan da yoruyordu. Oyuncular hic olmayacak pozisyonlarda hata yapiyor ve tek pozisyon verdigi maclarda bile maglup olabiliyordu. Ornegin samp. Ligindeki braga maci. 90 dakika boyunca baski ama tek pozisyonla yenilen gol. Yine 6-1 lik real maci. Ilk 20 dk baski pres ama daha sonra kontralardan mental yorgunluktan yenilen goller. Mesela alin gectigmiz gunlerdeki hazirlik kampinda oynanan ABD ile oynanan maci izleyin. Ilk dakikalarda baskj pres hucum ama yine ilk atakta golu yiyen bir fatih terim takimi. Ama bu mancini doneminde olmadi. Hic kolay gol yemedi gol yedigi pozisyonlarda rakip takimlarin basarili hucum organizasyonlari galip geldi. Yani fatih terim benim gozumde ya tutarsa'ci bi oyun anlayisiyla oynayan hocadir. Yillardir hep ayni taktik. Schalke macinda haftalardir direklere takilan hamit o golu atmasaydi. Rieranin kayarak topa vurdugu pas iniestanin bile atamiyacagi ince bir pas olmasaydi, braga macinda top aydinin onune dusmeseydi samp. Liginde esamemiz bile okunmazdi. Yeni bir kan degisikligi lazim galatasaraya. Yeni bir ekol lazim. Bence tuchel cok cok iyi bir teknik adam.
Adam futbol filozofu gibi abicim ya Türkiye şartları için konuşmak zor ama burda başarısız bile olsa kariyer anlamındada şansızlık yaşamazsa çok büyük başarılar elde edebilecek bir isim yolu açık olsun diyorum bize gelsede gelmesede.
Galatasaray'ın teklifini kendisine bir yıllık mola vererek geri çevirdiğini belitrmiş şu saatlerde. Konuyla alakasız olacak biraz ama düşünmeden de edemiyorum.
Malum Klopp'un son bir kaç sezondur tüm avrupada talibi çok. Acaba Dortmund kulübü Tuchel'in bu sezon boşta kalacağını göz önünde bulundurup gelecek sezon için onunla anlaşma zemini arayarak Klopp için gelecek teklifler değerlerndirmeye alabilir mi ?
İşin ironik tarafıda Klopp da Dortmund dan önce Mainz'ı çalıştırmıştı. Hatta küme düşürmesine rağmen ( Ancak o sezon hep güzel futbol izlettiği ve bir çok insanın o sezon Mainz'ın küme düşmesine üzüldüğü söylenir. O sezonu hiç izlemedğim için yorum yapamıyorum. ) birazda taraftarın isteğiyle Klopp ile sözleşme imzalamıştı. Şimdi ise yine bir Mainz'lı ve zor şartlarda her sezon başarısını kanıtlamış bir isim Tuchel var. Acaba Dortmund yönetimi bunu göz önünde bulundurabilir mi ?
Biraz gereksiz spekülasyon gibi oldu ancak Klopp'unda verdiği demeçlerden anladığımız uzun yıllar Dortmund'a hizmet etmeyi düşünmediği biraz da bu yüzden acaba onun yerine kim gelir diye düşündüm hep ve yakın zamanda ayrılmayı düşünürse Tuchel en mantıklı aday gibi duruyor sanki..
Yorum Gönder