Kötü bir zamanda buraya ayak bastım.
Aslında acılar ve mutluluklar yaşamın olağan çıktıları. Son
nefesi veresiye kadar bunlar hiç bitmeyecek ve sızlanmak yersiz. Mutsuzlukların
sıklıkla bir süre sonra çeşitli güzel duyguları oluşturduğu üzerine çok fazla
yazı da yazdım. Tersi de mümkün.
Ama yine de çok kötüydü.
Kötü ya da katlanılmaz olan gerçekte yaşadığınla dışarıdan
algılanan arasında devasa bir fark olmasıydı. Farklı bir yalnızlıktı bu. Gerçeği
anlatma çabasından ziyade görüneni oynama tembelliği, yılgınlığın ve bıkkınlığın
olağan sonucu. Tümer Metin kitabında Fenerbahçe’ye transfer olduğu zamanda sürekli
olarak “bunları yazacağım” diye kendisini avuttuğunu dile getirir, ben de
aslında aynı şekilde. Bunları yazacağım dedim ve aslında yazdım da. Bu arada
Tümer Metin’le de bugün kavga ettim. O da başka bir yazı konusu mnk!
Sadece eskisi gibi yazdıklarımı paylaşma ihtiyacı
hissetmiyorum ya da zamanı değil.
BirGün gazetesinde spor sayfasını hazırlıyordum, pazar günü Kenan
Başaran röportajı sonrası bırakmak zorunda kaldım.
Üzüldüm çok.. İleride yeniden oraya döneceğim, bunu çok iyi
biliyorum çünkü ben öncesinde hayal ettiğimi sonrasında da yaşamayı beceriyorum,
bunu da geçmişe bakınca gördüm. Ama şu zamanda ayrılmak durumundaydık.
İzmir’den Ank’ya.. Ank’dan Münih’e.. Ordan Augsburg’a ve
nihayetinde Almanya’da Türkiye’ye ya da Augsburg’dan İstanbul’a gitmeden önce
hep bir yaşantı hayalini kurdum kafamda. Her şehre bir dekor her memlekete bir yaşantı
biçtim. Yıllar sonra diyebilirim ki hemen hepsini gerçekleştirdim. Ölçülü hayal
kurmaktan ziyade yaşamın diyalektiksel ilerleyişini erken bir şekilde kavradım.
Bir anı yaşatırken içerisinde mutluluktan
fazla mutsuzluğu da ekliyor, resmin bütününe tav olup onu hayal ediyordum. Sonrasında
çok da zor olmuyor bunları gerçeğe dönüştürmek.
Buraya geldiğimde kazancım yok denecek kadar azdı. Şimdi
oldukça komik gelen evlilik hayallerinin arkadan bastırdığı iş bulma, hayatı
geçindirme gibi dertlerin esir aldığı bir “başarı” zorlaması da vardı. Başarılı
olmak zorundaysan kendini gerçekleştiremezsin. Öyle bir zorunluluğun içerisinde
asla özgür ve idealist tavır takınamazsın. Tezer Özlü der ki “20’li yaşlarda
insan ya başarılı ya da kendisi olur”. Daha doğru bir analiz mümkün değil.
Öte yandan sevdiğin işi yapabilmek için de başarmalıydım. Bir ara öyle oldu ki; Milliyet Taktik, BirGün,
Skorer Panoramalar düzenlenmesi ve İtalya’yı yazma, Misli.com Bundesliga, Blog,Hayatım
Futbol dergi derken araya giren FourFourTwo yazıları.. Haftanın her günü başka
bir yere yazı yazmak durumundaydım. Geçtiğimiz hafta sonu Misli.com da bitti ve
şimdi de BirGün. Seneye bahis yazar
mıyım (şu an düşünmüyorum ama değişebilir) bilinmez ama şu an itibariyle artık
tek işim var. Bu açıdan mutluyum. O kaos dönemi sona erdi.
Şunu fark ettim; Döndüm ben yine kendime. 8 yıllık Almanya deneyimi içerisinde istesem
de istemesem de yapmak zorunda olduğum şeyleri bana dikte ettiren mahalle ve
toplum baskısı beni köreltmiş, gözlerimi kapatmış. Almanya’ya giderken anladım
ki o zamana kadar savunduğum her şeyi bırakmış, mağlubiyeti kabullenmişim.
Bunu biliyordum da unutmuşum, şimdi hatırladım.
2004 Şubat ayıydı. TR’en Almanya’ya gidiş. Babam’a ve nice insana rağmen uzattığım
saçlarımı Almanya’ya ayak basar basmaz ikinci gününde kökünden kestirdim.
Belime gelen saç, uzun eyfel kulesi küpelerle beraber çok şeyden vazgeçerken avazım
çıktığı kadar bağırıyordum: başka bir emriniz var mı?
İnsan zamanla olgunlaşıyor, yeni bilgiler geldikçe dönüşüyor
ve her daim geçmişini beğenmiyor değil. 8 yıl önce düşündüklerimi bugün farklı
şekilde de olsa devam ettirme, onun üzerine koyma derdindeyim yeniden.
Garip
bir şekilde huzur da buradan geliyor sanırım.
İleride yazdıkça daha da iyi anlaşılacaktır.
1 yorum:
Yorum Gönder