10 Kasım 2011

Christian Eriksen!


14 Şubat 1992 doğumlu. Danimakarlı yetenek.. Sevgililer gününde futbolseverleri sevindirmek için doğmuş gibi. Özet görüntülerden izleye izleye hayran kaldım ve haliyle yakın takibe girdi. Maç trafiğim biraz da iş gereği çok sıkışık ama fırsat bulursam Ajax maçlarını kaçırmamaya özen gösteriyorum. Muhteşem asistleri bir yana güzel ve yerinde çalımlarıyla dans ediyor yeşil çimlerin üzerinde. Çok teknik, çok klas ve şutları da bir hayli etkili. Ofansif orta saha ya da yeni model ön oyuncusuna dönüştürülebilecek konumda..

Yeteneği çok ortada.. Danimarkalı oyuncuyu hemen herkes istemiş zaten. Barça'sıdır Çelsi'sidir ama o Hollanda Ligine gitmiş ve bu son derece bilinçli bir seçim. Hem oynayabileceği bir lig ve aynı zamanda bu gibi yetenekleri parlatan bir takım Ajax.. Buradan geçiş yapmak, eğitimi açısından da önemli.

Yakın zamanda büyük bir transfer gerçekleştirir.. Takip edin, ettirin..

9 Kasım 2011

Taçlı Kral: Mahpusluktan maça doğru!



Metin Oktay 45 gün hapiste kalmış. Neden? Ahmet Çakır'ın kaleminden..
........

"..Neresinden bakılırsa bakılsın inanılması zor bir olaydır bu.Herhangi bir etkili ve yetkili bir kişinin devreye girmesiyle çözülebilecek bir sorun yüzünden Kral, futbol hayatının en verimli döneminde 45 günü hapiste geçirmek zorunda kalacaktır.

Ay yıldızlı formayı yıllarca onurla taşımış ve taşıyacak bir sporcunun askerliğini 8 gün eksik yaptığı ileri sürülerek gönderilmesini bugünden bakarak kavrayabilmek olanaklı değildir."

..............

Sonrasında girilen ayrıntılar 27 Mayıs Darbesi sonrası oluşan askeri ortamın bir bakıma kurbanı konumunda olduğunu anlatıyor. Darbe öncesi ağları delen golü atan Metin Oktay'ın göz önünde olması ve onun gibi bir yıldızın dahi yanlışlıkla dahi olsa sekiz gün eksik yapıldığı askerlik yüzünden hapse atılması topluma verilmek istenilen mesaj olarak algılanıyor. Belki bunun üzerinde daha sonra durabiliriz ama asıl ilginç ayrıntı 45 günün sonunda hapisten çıktıktan sonra yaşadıklarıdır.. Dönemin koşulları elbette başkadır ama unutulmamalıdır ki o dönemin koşulları o dönem oynayan her futbolcu için geçerlidir. Metin Oktay misal 26 maçta 38 gol atar iken bir başkadı 120 tane atamamıştır. Bu şekilde bakılmalı.. Hapiste geçirdiği vakit içerisinde ödüllü en özgün hikaye yarışması da düzenler. İçerideki arkadaşlarını unutmaz ve sık sık ziyaretlerine gider, başka bir insan olmasında katkısı büyüktür bu deneyimin. Asıl mesele ise bu esaretin bittiği günden hemen sonra yaşadıklarıdır..

Taçlı Kral derlemesinin 110'nuncu sayfasından devam edelim.
..............................................

Toptaşı Cezaevinin çıkışında onu Turgan Ece, Rüçhan Adlı ve Kamil Altan karşılar. Fakat asıl çarpıcı karşılamayı Baba Gündüz Kılıç hazırlamıştır ona.Sadece 24 saat sonra Karagümrük maçına çıkmak zorunda kalacaktır.

" Beyti'deki akşam yemeğinde Baba Gündüz benim için sofrayı donattırdı.Futbolcu arkadaşlarım yemeği bitirince döndüler.Biz restorantta kaldık.Soframız çilingir sofrası.Rakı içiyoruz.45 günlük sinirlerimiz yatışsın diye.Gece saat 03:00'e kadar içtik."

diye anlatmaya başlar Metin Oktay bu ilginç olayı. Sonrası da şöyledir:

" Oteldeki odamıza çekilirken baba Gündüz resepsiyondaki memuru sıkı sıkı tembihlemiş "Metin Oktay sabah kahvaltısı için kesinlikle uyandırılmayacak. O yorgunluğunu atıncaya kadar uyayacak"

Saat 11'de Gündüz Kılıç gelip uyandırdı beni.3 saat sonra Galatasaray takımı sahaya çıkacak ve Karagümrük'le oynayacak.Baba, yatağımın ucunda oturdu ve şöyle dedi:

-Biliyorum, oynayacak durumda değilsin.Ama seyirci seni görmek istiyor Metin. Karagümrük'e karşı seni oynatmak istiyorum.Üzülme, verebileceğini ver. Sen bize çok maç kazandırdın.Bugün de senin yüzünde kaybedelim.Seni hasretle bekleyen seyircine ne olur bu saygıyı gösterelim "

Baba'ya hayır diyebilmem mümkün mü?

Sahaya çıktım ve ben 2 gol atarken Galatasaray da Karagümrük'ü 3-0 yenmişti. Beni seven tribünlerime kavuşmuştum. Kusa kusa sahadan çıkarken hıçkıra hıçkıra ağlıyordum.."

"Taçlı Kral" - Ahmet Çakır



Bekım'ı yazıyoruz. Hayran olduğumuz Cantona'ya dair sürüyle anektod.. Misal ben Gerd Müller'i, Beckenbauer'i ve daha dünya futboluna damga vurmuş Alman yıldızları.. Arkasından biraz da eleştirel bir şekilde gelen soru hep şudur: Peki bizim yıldızlarımız, değerlerimiz ?

Şu kesin ki bizdeki hikayeler çok daha çarpıcı ve fakat bunlara ulaşmak mümkün müdür? Daha düne kadar birinci lig maçlarını doksan dakika izleyemiyor, olup bitene yabancı kalıyorduk. Bu blogda bütün maçlar canlı yayınlanmalıdır dediğimde "mümkün değil"diyordu insanlar. Düşünebiliyor musunuz süper lig maçı ve belki birileri hayatının oyununu oynuyor ama goller atmadığı takdirde onları görmek mümkün değildi üç sene öncesine kadar... On sene sonra 2000'li yıllarda böyle bir gerçeğin olduğuna inanamayacak insanlar..

Alman ikinci bundesliganın yıldızına dair inanılmaz yazılar,ayrıtılar bulabilir iken eskiler bir yana bırakın seksenli yılların futbol ortamına dair çok fazla içeriğimiz yok. Şükür ki gazeteler arşivlerini okuyuculara açtılar da bir nebze olsun bilgi akışı sağlandı. Metin Oktay'ın toplam gol adedi dahi belirsiz ve Ahmet Çakır'ın beklentisi bir arkadaşının tüm gazete arşivini tarayıp gerçeğe ulaşmak. Burada dahi bunlar önemli. Önce Milliyet şimdi Hürriyet ki bunlar ülkenin tarihi... Futbol tarihi de buradan hepimize ulaşabilir.

8 yıl Almanya'da yaşadım.. Oradaki kitapların arasındaki spor bölümünün "futbol" köşesinde bulunan kitap sayısı bizim buradaki kitapçıların toplam adedinden daha fazla! Her kitapçıya giriyorum, futbola değil "spor" reyonuna baktığımda beş ya da on tane kitap ya var ya yok.. Birinde var olan diğerinde yok v.s. Haliyle her şey Rıdvan'ın Sergen'in orada burada anlattıklarına kalıyor. Bir insanoğlu da Rıdvan'a gidip şunu kitaplaştıralım demiyor. Yazsa tüm zamanların en çok satan kitabı olacak Hakan Şükür'e kimse yanaşmıyor anladığım kadarıyla..

Günümüz yıldızlarının durumu bu iken Galatasaray'ın çok önemli değer Metin Oktay'a sıra geldiğinde de donup kalıyoruz öyle. Basit bir anmanın ötesine geçemiyoruz ki burada işte Ahmet Çakır giriyor devreye.. Tam da o bu yüzden derlemiş Metin Oktay anlatılarını.. Ben buradan ona saygıyla beraber teşekkür ediyorum. Yeni kitaplığımda bir "Metin Oktay" kitabı bulundurmak kadar güzel bir şey olamaz. Kulaktan duyma bilgilerin dışında tanıyamadığım bu insanı bu şekilde önüme serdiği için ne desem eksik kalır.

"Taçlı Kral" isimli bu Metin Oktay derlemesinin diğerlerinden farkı dilden dile dolaşan Metin Oktay masallarını gerçekçi bir şekilde işlemiş olmasıdır. Almanya'da iken Hasan Sarıçiçek'in "Kral Hakan Şükür" kitabını almıştım. Yanlış anlamasın da kralı methetmenin ötesine geçemeyen vasat bir kitaptı. En azından orada dahi Hakan Şükür-Ersun Yanal gerginliğinin nedenine ilişkin en doğru ayrıntıyı yakaladık ama toplamda yetersiz ve neden yazdıldığını anlamadığım bir kitap olarak kaldı.

"Taçlı Kral" derlemesinin fiyatı 35 milyon idi. 20 milyona indirmişlerdi ben aldığımda. Bizler her türlü alırız ama Metin Oktay'ın tanıtımının yeni oluşacak olan Galatasaray'lı nesildeki olası etkisini göz ardı etmeden daha makul bir fiyat içerisinde satışa sunulması gerekliliği söz konusu. Tanıtımı daha iyi yapılmalı. Bu emeklerin karşılığı elbette çok daha başka ama burada ben bir kitap yazmanın ötesinde Galatasaray tarihine ve Galatasaraylılığın biçimine bir etki yapıldığı kanısındayım. Dolayısla başta kulup yönetimi bu kitabı pazarlamalı, satışından değil içeriğinden kar etmenin yollarını aramalıdır.

Başa dönersek eğer.. "Hani bizim değerlerimiz" diyen kesim bilmelidir ki biz bu halkanın sonunda yer alıyoruz. Birazdan bir Metin Oktay postu gelecektir. Bu ancak işte bu ve benzeri kitapların yayımlanması sonrası mümkündür.. Bu içerikler dışarıya akıtıldıkça merak etmeyin okuyucusunu da içerdiği o değerlerin takipçisini de kendisi yaratacaktır..

Saaaattım!


Augsburg-Bayern maçında sahaya şu adam girdi. Bu olay sıklıkla yaşanır futbol sahalarında ve şahsen ben alıştım. Şuraya bunun haberini dahi yapmam eğer don muhabbeti olmasaydı..



E yuh yani.. ibey amcamda her şey satılır arkadaş. Nedir bu don muhabbeti derseniz Augsburg-Bayern maçında çıbıldak bir şekilde sahaya giren arkadaşın donu. Satılıyor. Şimdiden 400 avroya yaklaşıyor ama son saniyelerde bine filan dahi çıkabilir. Altında bir de "ikinci el, kullanılmış ama iyi durumda" ibaresi var ki öldüm gülmekten. Gerçek olduğunu ve bunu isterlerse video görüntüleriyle ispatlayabielceğini söylüyor..

11Freunde buradan yola çıkıp bir kaç önemli futbol nesnesini satışa çıkarmış. Geyik yapmışlar. Ferguson'un 1999 yılında çiğnediği sakızdan maddeyüsün antrenörlük diplomasına kadar.. İkisini buraya aldım.



Büyütürseniz satışa sunulan Lothar Matthaeus'un antrenörlük diploması olduğunu görürsünüz. Tanıtımı var ki o daha geyik.. Her gün bir başka kulubün kapısını çalmaktan yoruldum ve sonunda diplomamı satıyorum v.s. v.s. fakat asıl güzel ayrıntı ise en sonuna eklediği o notta saklıdır.

Dikkat: Bu diploma size iş garantisi vermiyor. Kendi tecrübelerime dayanarak bunu söylüyorum. İade edilen mal geri alınmaz!



Satışa sunulan nesne araba aynası.

Prinz Kevin Boateng ile Patrick Ebert beraber Hertha Berlin'de oynar iken 13 arabanın aynasını kırmaktan suçlu bulunmuştu hatırlarsanız. Burada o aynalardan birisini satarak geyik yapılıyor ama o gün de bugün de anlamış değilim hali vakti yerinde olan bu gençlerin takır takır araba aynası kırmalarını.Burada hangi koşullar sonrasında futbolcu olduğunun altını çizmiştik ama bu nedir ki? Değişmiyorlar.. Bu hafta sonu Patrick Ebert yine disiplinsizliği nedeniyle kadro dışı kalmıştı misal.. Boateng keza farklı değil. Mike Tyson bir keresinde: Trajedi söyleyeyim ben size. 19 yaşındaki çocuğa 50 milyon dolar verin ve trajediyi görün demişti. Doğru gibi sanki..

8 Kasım 2011

Beckham anlatıyor: Eric Cantona!



Her iyi takımın güçlü bir lidere ihtiyacı vardır.Geçmişte United'ın lideri Bryan Robson'dı.Kısa zaman öncesine kadar Roy Keane vardı. Ama o sezon bizi hizaya sokan adam, ekim ayının başlarına kadar henüz takıma katılmamıştı.Önceki sezon Leeds'de oynarken şampiyon olan Eric Cantona ile 1992 kasımında sözleşme imzalanmıştı. Leeds'deyken onun bir kaç maçını izlemiştim ve iyi bir oyuncu olduğunu biliyordum ama O, Old Trafford'a geldikten sonra farklı bir şeyler olmaya başladı.Çok kısa bir zaman içinde Eric hepimizin idolü haline geldi.Sanki çevresinde bir aura vardı:O ne zaman bir odaya girse odadaki her şey dururdu.Varlığının bir ağırlığı vardı. Ve bu ağırlığı zamanla bütün Manchester United oyuncularının taşıdığı bir özellik haline getirdi.

Birlikte oynadığımız ve antrenman yaptığımız onca zaman boyunca Eric'le bir kez olsun futbol konuştuğumu hatırlamıyorum.Dürüst olmak gerekirse, oradan buradan konuştuğumuz bir kaç kelimenin haricinde onunla herhangi bir şey hakkında sohbet etmedik.Çok kişinin de onunla etraflıca konuştuğunu sanmıyorum; özel hayatını kendine saklardı.

Maçlardan ve antrenmanlardan sonra hemen ortadan kaybolurdu.Onun kendine ait bir özel hayatı olduğunu ve işlerini kendine has bir biçimde halletiğini kabul etmiştik.Küçük Vauxhall Nova arabasını kullanarak antrenmana gelir ve kapıya tutunarak direksiyona yapışmış olan 1.93 boyundaki vücudunu dışarı çekerdi.işini yapar ve sonra antrenman sona erince de arabasına zorlukla girer ve giderdi.Yalnızca bende ve diğer oyuncularda değil, bütün kulupte yarattığı etki müthişti.Onunla konuşmazdık ama kendi aramızda sürekli onun hakkında konuşurduk.


Eric benim gözümde kusursuzdu.Ve sanırım patron(Ferguson) da biraz ondan çekiniyordu.Bir gece Batman filminin galasına gitmiştik.Bütün kulüp davetliydi ve bu nedenle hepimizin siyah kravat takması gerekiyordu.Eric galaya beyaz bir takım elbise giymiş ve ayağına da parlak kırmızı Nike ayakkabılarını geçirmiş olarak geldi.Kıyafet seçimlerim nedeniyle patronun kulaklarımı çektiği çocukluk günlerim aklıma geldikçe kendime gülüyorum.

Kendisine geri kalanlarımızdan farklı davrandığı için ona hiç darılmadık.Eric özeldi, o bizden farklıydı.Bunu patron ve bütün oyuncular da biliyordu.İnsanlar pek bunu denemeye kalkmıyorlardı ama denediklerinde de Eric derslerini veriyordu.

Bir gece maçtan sonra bir "takım buluşması" ayarlamıştık.Arkadaşlarla birlikte dışarıda takılacağımız ama çağrılan herkesin de gelmesi gereken bir buluşmaydı.Saat 18:45'te Manchester'da Four Seasons adlı bir yerde buluşup oradan hareket edecektik.Saat 19:00 olduğunda Eric hariç herkes oradaydı.Sonunda Eric geldi ve Giggsy eliyle saati gösterdi.

"Saat yedi oldu, Eric"

Ryan antrenmana geç kaldığımızda bize saati hatırlatan patron gibi konuşmaya çalışmıştı. Eric yanıt verdi:

"Altı kırk beş."

Giggsy saatine baktı ama o daha bir şey söylemeye fırsat bulamadan Eric ceketinin kolunu sıyırıp hepimizin o zamana kadar gördüğü en güzel Rolex saati göstererek sırıttı:

"Altı kırk beş"

Tartışma bitmişti. Nasıl olur da o saat ya da saati koluna takan adam zamanı şaşırabilirdi ki?


Eric'i özellikle antrenman yaparken seyretmek bir futbol dersi izlemek gibiydi. Her gün antrenmandan sonra Cliff'teki bir sahada kendi başına bir antrenman daha yapardı.Serbest vuruşlar kullanır ve tam beklediğimiz gibi dönüşlerini ve kendisine ait diğer numaraları çalışırdı.Ama çoğunlukla en basit şeyleri çalışırdı. Topu olabildiğince yükseğe diker ve sonra kontrol etmeye çalışırdı.Topu önce sağ ayağıyla sonra sol ayağıyla duvardan sektirirdi.Eric Avrupa'nın en iyi oyuncularından biriydi ama benim Chase Lane Parkında babamla yaptığım çalışmaların aynısını yapıyordu.

..Patron bize Eric'in 1994 Kupa Finali'nden öncesiyle ilgili hikayesini anlatırdı.Patron onu otelin hemen dışında kendi kendine çalışırken görmüş.Ve Eric'in kendisi için başka herkesin koyabileceğinden yüksek standartlar koyan bir oyuncu olduğunu anlamış.O, Patron da dahil olmak üzere hepimiz için bir örnekti.

..United formasını giydiği andan itibaren yaptıkları muhteşemdi.United'ın 1992-93 sezonunda şampiyon olmasının anahtarı 3 ay gecikmeli de olsa Eric'in takıma katılmasıydı.Böylece kulubün onca yıllık bekleyişine bir son vermişti.Bir sonraki sezon da kupayı yeniden kazanmamıza büyük katkısı oldu.

O iki sezon boyunca ben as takımda oynamamıştım ama nihayet Eric'le birlikte oynadığımız zaman bütün bu başarının ardındaki ateşleyicinin o olduğunu anladım.Takıma o liderlik yapıyordu.Geri kalanlarımız onu takip ediyorduk.Bu nadir rastlanılan bir özellik: Bize ya da başka herhangi birine bir şey söylemesi gerekmeyen, doğuştan bir kaptan.Eric'in takıma liderlik yaptığını duymanıza gerek yoktu.Onu sahada formasının yakasını kaldırmış ve dünyaya meydan okur bir halde görmeniz yeterdi.

İnsanlar Eric hakkında konuşurlarken, hep onun kariyeri boyunca oynadığı takımlardan gönderilmesine ya da daha kötü olaylara değiniyorlar.Benim gördüğüm kadarıyla ise bütün büyük oyuncuların karakterleri ve oyunları sivridir.Bu sivrilik onları sıradanlıktan çıkarır.Ve kariyeriniz boyunca da böyle bir karaktere sahip olursanız er geç yetkililerle sorun yaşarsınız..

Onunla birlikte futbol oynadım ve onunla ilişkim bu kadardı.Soyunma odasına ve takıma getirdiklerine bir baktığımda yeteneğini, tutkusunu ve adanmışlığını görüyorum.Geri kalanların benim için bir önemi yok.Oyununu oynadı ve hayatını bildiği gibi yaşadı.Ve böyle yaparak bizim için de yaptıklarını özel bir hale getirdi.Nasıl Eric Cantona ya da yaptıkları hakkında kötü bir şey düşünebilirim ki?

David Beckham ona çok şey borçludur,Manchester United ise daha da fazla.


Eric'in kalabalığın içerisinde daldığı 1995 yılındaki o gece ben de Selhurst Park'taydım.Yedek kulübesinde değil, maçı birlikte seyrettiğim bir kaç arkadaşımla birlikte tribünlerdeydim.Crystal Palace'la yapılan maçtan çok, çıkan olayları hatırlıyorum.

Eric, Richard Shaw'a faul yaparak kırmızı kart görmüştü ve o taç çizgisinin yanı sıra yürürken kalabalığın içindeki bir adam diğer seyircileri ite kaka en ön sıraya kadar inmiş,avazı çıktığı kadar bağırarak onu tahrik etmişti.Bir anda Eric'i kalabalığın içine dalmış, tekme ve yumruklarını sallarken gördüm.Bütün olay bir kaç saniye içerisinde olup bitmişti ve Eric hızla soyunma odasına götürülüyordu.Sanırım gösterdiği içgüdüsel bir tepkiydi, doğal bir şeydi.Yolda yürürken o şekilde tahrik edilen herkes aynı şeyi yapardı.Spot ışıkları altındaki profesyonel bir oyuncu olması, Eric'in diğer insanlar gibi bir tepki vermesini engellemedi. Eric'in yaptığının doğru olduğunu söylemiyorum ama şunu göz önünde bulundurmak zorundasınız: Aynı koşullarda bir adam başka bir adama o şekilde bağırıyor olsaydı, sorun çıkmaması sürpriz olurdu.

...Aldığı ceza nedeniyle Eric Cantona sekiz ay boyunca futbol oynayamadı. O sezon hiçbir kupa kazanamadık. Eric'in yokluğunun takımı nasıl etkilediğini anlamak zor olmasa gerek.(syf 71)


..Her sabah Eric Cantona ile antrenmana çıkacağım için heyecan duyuyordum. 1995-96 onunla iyi bir başlangıç yapmıştık ama bundan da öte kaptanın hem kulübe hem de takıma dönmüş olması önemli bir fark yaratıyordu.Diğer oyuncular da aynısını yaparlar mıydı bilmem ama eğer Eric soyunma odasındaysa ne yaptığına bakmak ve maça nasıl hazırlandığını görmek için onu seyrederdim.Eğer o oradaysa etrafta olup bitenlerin farkına bile varmazdım.Kendimi bildim bileli Manchester United taraftarıydım, hala da öyleyim. Küçük bir çocukken soyunma odasına ilk kez gitme şansını yakaladığım zaman, Bryan Robson oturduğu yeri sormuş ve gidip oraya oturmuştum.Eric'le de durum aynıydı ve maçlara hazırlanırken onunla yan yana oturmama ve öğleden sonraki maçta onunla birlikte oynayacak olmama rağmen bu duyguyu yenemiyordum.

..takım ucuşa geçtiğinde Eric Cantona genellikle takımı ateşleyen kişi olurdu ama onun asıl etkisini gösterdiği maçlar özellikle zor maçlardı.Yılbaşından sonra arka arkaya bir dizi maçı 1-0 kazandık.United taraftarlarının golü kimin attığına bakmaya gerek yoktu, golü atan hep Eric Cantona olurdu...(arkasından hangi önemli ve dönüm noktası olan bir dizi maçta attığı golleri sıralıyor)

..10 numaralı formanın bir tarihi olmasıdır. Ama Tedd Sheringham bize transfer olduğu zaman, ben Malta'da tatildeyken Patronun bana telefon açıp formayı Teddy'e vereceğini söylediğini hatırlıyorum.Açıklama yok, başka bir seçenek yok, tartışma yok. O zamanlar Gary Neville'e şöyle demiştim:

"Bunu niye yaptı? Bunun için niye bana telefon etti? Tatilimi mahvetmek mi istedi?"

yıkılmıştım..Neyi yanlış yaptığımı bulmaya çalışıyordum.Sonra, sezon öncesi kampı için bir araya geldiğimizde bana 7 numaralı formayı ayırdığını gördüm. Patron bana Eric Cantona'nın formasını vermişti. O Şerefin bende yarattığı şokla olduğum yerde donakalmıştım.

Loddar'a yine iş yok!



Almanlar da artık dalga geçmeyi abarttılar. Bak bu blog açıldı açılalı kafa buluyoruz bu adamla ama burada daha beter. Loddarcığım bir Bundesliga kulubü için çıldırıyor ama kimse ona iş vermiyor.1.Bundesligayı geçtim ikincisi de öyle.. İkincisinde sorunlar yaşayan ve son sıralardaki Karlsruhe ile görüşmesi olmuş sanırım. Başkan da makaraya almış, web sitesinden şöyle açıklama geldi:

"bir loddar maddeyüs'ün bizim antrenör seçimimizde herhangi bir rolü olmayacak"

Kendisinden bizim Mustafa Sandal'ın zamanında yaptığı gibi üçüncü tekil şahıs ile bahsetmesi geyik malzemesi yapılmıştı, bu artık başkanın açıklamasına kadar gitti.

Neden iş vermiyorlar konusunu kendisi cevaplıyor. Özel hayatındaki kadınlar ve elbette bayernli olması sebebiyle filan diyor da hiç dönüp de ben çok salaklık yaptım demiyor. Takım içi sırları açığa veren günlük yayınladım, aptalca zibilyon tane beyanat verdim, gittiğim her takımda başarısız oldum demiyor.. anlamıyor bir türlü.

Yine teklifler yurt dışından.. Haliyle.. Dışarısı ne bilsin Almanya'nın gelmiş geçmiş en iyi beş oyuncusu arasında olan bu adamın içeriksizliğini?

Yalan yok merhamet göstermiyorum. Daum olsun diğerleri olsun Klinsmann olsun pek çok teknik adamdan daha iyi olduğunu belirtmek için onların özel hayatına dair öyle bel altı saldırıları oldu ki.. Almanlar da bu karaktersizliğe en büyük cezayı vermekten çekinmiyorlar. Hakkında tonlarca geyik yapılır. İş kulup başkanının resmi siteden yaptığı açıklamanın içeriğine kadar gidiyor. Adam da şu an zıvanadan çıkmış durumda ve maalasef hak ediyor.

Fussball-Logen!



Şöyle bir kitabı yazmak nasip kısmet olamadı bize. "Almanya'nın en iyi locaları" 144 sayfa 165 fotoğraf ve 18 farklı stadyumun localarını içeren ilginç bir kitap. "beraberlik hariç her şey" alt başlığı da güzel.

Almanya'da iken eniştenin iş gereği sarı sayfalara verdiği o devasa reklamın faydasını çok gördük. Hayvani bir reklam verdiğinden dolayı o şirketin reklam verdiği stadyumlarda oynanılan maçlara bilet veriyordu her sene dört-beş tane. Üstelik VİP.. Hoffenheim,Nürnberg, Fürth v.s. pek çok maça bu sayede gittim. Normal koşullar altında VİP bilet almam hem pahalı gelir hem de diğeri daha güzel derdim ama arkadaş o locaları da görünce insan deliriyor haliyle.


Memleketimin ben oradayken inşa edilen yeni stadyumundan başlayayım. Augsburg..


Güzel yapmışlar..


Mainz'in yeni stadyumu..


Buraya çok kasmıştım ben ama göremedim bir türlü..



Alianz Arena.. Burayı çok istememin nedeni lükslüğü ya da buna duyulan merak değil, buraya gelen insanların çeşitliliği.. Boris Becker filan ne ararsan bulurdun.. İleride bir gün hedeflerimden birisi de burasıdır işte. Fiyatını sormuştum bu locaların.. 90 ile 240 bin avro arası değişiyor 106 locanın fiyatı. Lan 50 metrekareye biçilen fiyata bak dedim de iki haftada hepsi satılmıştı.



elbette en özeli.. en babası. St.Pauli.. Hamburg'u gördüm, 8 gün dayıların orada gezdik ve diyebilirim ki Almanya'nın her bakımdan en yaşanılası şehri. Belki kuzeyde yaşasaydım Almanya'yı sevebilirdim de.. Daha başka daha sosyal daha kural dışı, daha bize benzer. Ara geçiş olarak buraya gelmek gerekirmiş, sonradan anladım. Oysa Münih Alman mentalitesinin küçülmüş de cebime girmiş hali. Köyleri kasabaları daha beter..


St.Pauli anlatılmazi eksik kalır. Karısıyla sürekli St.Pauli maçlarına ve hatta deplasmana bile beraber maça giden adam eşinin nasıl bu işe karıştığını anlatıyordu. St.Pauli fanatikliğinden beraber yaşadığı insanı delirttiğini bir gün "ne buluyorsun burada böyle her hafta her hafta" demiş.. Gel kendin gör diyen adam dediğine pişman olmuş zira artık deplasmanlara bile beraber gidiyorlar.O gün bugündür adamın eşi maç kaçırmıyor. Bazen ben gidemesem bile o mutlaka diyor. Demem o ki bir kere gitmeniz gerekir sadece başka türlü farkın anlaşılması zor.


Aziz Pauli.. Elbette buranın azizleri biraz başka.. Resimleri tıklayarak büyütmenizi tavsiye ederim. O halıda yazan ise oldukça güzel " St.Pauli yaşamın ekmeğidir"

7 Kasım 2011

Deniz Naki "Sadece Türkiye için oynarım "



Deniz Naki..

2002/03 yıllarında başlatılan taramalarda keşfedilen yeteneklerden birisi. Echtz'deki kontrol noktasında fark ediliyor.

Kolunda Dersim62 dövmesi var. St.Pauli taraftarının taptığı bir adam ama disiplinsiz. Haliyle sakatlıklardan, cezalardan da kurtulamadı ve iki yıl boyunca ya cezalı ya sakattı. 2009'da da en son Alman genç milli takımında oynamıştı. Hrubesch ile beraber 2008'de Çek cumhuriyetinde şampiyonluk bile yaşamıştı. Şimdi tekrardan forma girdi, goller atıyor ama kapısını da Almanya'ya kapatmış durumda. Kızmış belli ki..

Ben sadece Türkiye için oynarım diyor.. Kararı kesin ve net. Nerden baksan ilginç bir açıklama. Şu an yakaladığı formu uzunca bir süre devam ettirmesi gerekir her şeyden önce. Umarım önce her iki ülkenin de taliplisi olmak için yarışacağı bir konuma gelir ve sonra da bu açıklamayı unutmaz..

Yunus Mallı şansızlığı!



Yeni prensim bu benim. Tam anlamıyla ikinci Mesut Özil.. Lakin çok şansız.

Mainz kötü gider iken hocası Yunus'a sarıldı. İlk on bir çıktı bir kaç maç ve kötü de oynamadı. İnceci.. Misal dört kişiyi oyundan düşürüp Choupo-Moting ile kaleciyi karşı karşıya bıraktı ama gel gör ki oyuncu atamadı. Yine Yunus yine benzer bir pas ama yine aynı oyuncunun kaleciyi geçememesi.. Ne denilebilir ki buna şimdi? Daha da fenası bu hafta sonu yaşandı.

9 maç sonra evinde alacağı ilk galibiyete çok yakın Mainz.. Oyunun son dakikalarında kontraları doğru bir şekilde yönlendirmesi için oyuna giriyor ve fakat 6 dakika sonra çıkmak durumunda kalıyor zira kırmızı kart sonrası galibiyeti koruma refleksi içerisinde ilk çıkacak oyuncu konumuna geliyor.

Maç sonrası bu durumun oyuncunun moralini bozmayacak mı diye Tuchel'e sordular. O da şunu söyledi:

"Böylesine önemli bir karşılaşmanın önemli bir zaman diliminde onu oyuna sokarak ona olan güvenimi gösteriyorum. O çok akıllı bir çocuktur ve çıkmak zorunda kalmasının kırmızı kart sonrası savunmanın gücünü arttırmak zorunda olmamla ilgisi olduğunu bilir.. "

Yakındır onun piyasaya çıkışı. Oyun anlayışı ve futbol karakteri nedeniyle bir yılı daha var. Özellikle fiziğini geliştirmesi gerekir. İlerleyen zamanda adını daha sık duyacağız muhtemelen..

Yeteneklerin değişen futbol karakteri!


Bu oyuncuları durdurmanız mümkün değil. Reus mesela.. Gladbach iki haftadır galip geliyor ve takımın bütün gollerini atan oyuncudur kendisi. Götze için 40 milyonu beğenmeyen Dortmund devre arası çok daha fazla bir transfer teklifinin geleceğini konuşuyor.

Sammer geçenlerde açıklıyordu 98 sonrası yaşanılan bunalımı. 2000'de hareket geçişlerini ve yeni oyuncu modelinin nasıl ve ne şekilde oluşturudulduğunu. Kendisi 2007'de bu işe dahil olsa da bütünün bir parçası konumunda.

3 Oyuncu tipi vardır ona göre. 1-Lider oyuncu 2--Takım oyuncusu 3-Bireysel yeteneği fazla olan oyuncu.

Daha iyi anlamanız için: 1-Ballack,Lahm,Schweinsteiger,Melo,Simao,Colman v.s. 2-Ernst,Sabri,Bender,Serkan Balcı, Matip,Khedira,Bargfrede, Müller v.s. 3-Robben, Querasma, Ribery, Götze,Lincoln,Reus,Mesut Özil,R.Augusto,Arnautovic,Jurado,Farfan,Hajnal,Hleb,Rafael..

Alex var her kategoriye sokarsın, o derece ama mesele bu değil.

Sorun olan kısım üçüncü seçenek. Yapılan analizlere göre pek çoğu öyle veya böyle sorun yaşayarak takımın hep dışında kalmış, istikrarlı bir şekilde oynadığı takıma katkı gösterememiş. Bireysel yeteneği fazla olan, takım oyununa uyum göstermekte zorluk çekmiş, dışlanmış ve hep sorunlarla boğuşmuş. Sammer diyor ki biz burayı da düzelttik, onları ikinci şıkkın içerisine soktuk. Onlara saha içi özgürlüğünü verdik. Git ne yapıyorsan yap, dripling mi yapıcan beş kişiyi mi geçecen her şeyi yapabilirsin dedik ama topu kaybettiğinde bölgene geçip savunmanı yapacaksın. Tek şart budur.. Yeni neslin bireysel yeteneği olan özel oyuncularına dikkat ederseniz 2000 sonrası uygulanan eğitimin sonuçlarını aldığını göreceksiniz diyerek oku da Reus ve Götze'ye çıkarmış. Ekleme yapayım Müller,Kroos,Schürrle.. Ortak payda nedir biliyor musunuz? Takımlarının en çok koşan oyuncuları olmaları.

Topla Götze'nin yapabildikleri inanılmazdır. Reus'un o özgürlük içerisinde yaptığı katkı muazzam ve fakat her ikisi de o takımın en çok koşan oyuncuları arasındadır ki Götze'nin maç başına 11.7 km koştuğunu belirtmiştik. Keza Schürrle belki hepsinden fazladır, Müller zaten bu alanda yaptıklarıyla ayrı tutulur, en çalışkan oyuncu olarak bakılır.

Eğer top kaybedildiği sırada eli belinde sahada duran oyuncu olursa işte o takımlarda yer alamaz..

Bu basit gerçeği yazıyorum ki oluşan neslin sorumluluğunu üzerine alanlar hemen her şeyin verilen eğitim sonucu olduğunun farkında olsunlar. Zamanında sigara tiryakisi Basler, pizzacıda ettiği kavga nedeniyle Bayern'den kovulmuştu. Artık böyle durumlar yaşanmayacak..

Hakeme yumruk!


Moldovya'da gerçekleşiyor. Ben hemen cezasını merak ettim ama maç sonrası oyuncu kariyerini sona erdirmiş zaten.. Tepki gördüm de böylesini ilk defa..

6 Kasım 2011

Saygı!


25 yıl aralıksız tek bir kulubün başında ve 37 kupa.. Saygı!