2 Mayıs 2010

3'ün 1'i Tamam: Bayern Münih Sampiyon.!



3 Kupanin da finalisti olsa da cok temkinli yaklasiyordu bu duruma sevgili Van Gaal.. Ben Barca'da ayni sekilde bu konuma geldim lakin bir anda hepsi elimizden kayip gitti. ve bu yüzden henüz hicbir sey kazanmadik derken ilk kupasi geldi.. Van Gaal sunlari dile getiriyordu az önce artik ismi Sport1 olmus olan kanalda izledigim röportajinda:

"Yönetimin önceligi bu üc kupadan Bundesliga Sampiyonlugu idi. Ben bir isciyim burada ve benden istenileni yapmak zorundayim. Onlar her seyin basina Bundesliga Sampiyonlugunu yerlestirdiler, biz de bu acidan en büyük hedefimizi gerceklestirmis olduk.."

Bu konusma daha uzuyordu aslinda ama söylenilenler hemen hemen ayniydi. Yönetimin Van Gaal'den istegi öncelikli olarak Bundesliga Sampiyonlugu mevzusu.. Sizce de biraz garip degil midir ? Sonuc itibari ile neredeyse her iki yilda bir aldiginiz Bundesliga Sampiyonlugunu misal Sampiyonlar Ligi Sampiyonlugunun da önüne koyulmasi tuhaf gelmiyor mu ? Van Gaal'in anlatirken ki takindigi yüz ifadesi bu garipligi anlatiyordu bize..

Bayern Münih sunun sanirim cok iyi farkinda. Avrupada liderligi, büyüklügü kaybedebilir, sorun olmuyor bu. 9 yil önce Sampiyonlar Ligine ambargo koymus bir takim, üc yil üst üste final-yari final-final oynamisti. Premiere Ligin de yükselisiyle beraber bu duruma cok ciddi bir süre ara verildi lakin bugün yine Avrupanin zirvesinde. Bayern'in büyüklügü ülke icerisinde kaybolmadigi sürece Avrupada her zaman kendisine gelebilir ve fakat kendi liginde ciddi bir cöküs yasarsa klubün temelden sarsilma ihtimali vardir. Bu acidan bakildigi zaman klubün temeli Almanya ici büyüklügüne dayanir ve burada sorun yasanmadigi sürece diger hedefler sadece zaman meselesidir..

90 milyon insanin yasadigi futbola sevdali bir memleketin en büyügü olabilirseniz/kalabilirseniz diger hedefler cok daha kolay olacaktir gerceginden yola cikiyorlar.

Fenerbahce'nin gerek Teknik Direktör secimini gerekse de Türkiye Sampiyonlugu hedefini kücümseyenleri de ne o gün ne de bugün anlayabilmisimdir. Simdi Sampiyon olurlarsa eger direkt Sampiyonlar Ligine giris ile Avrupada dahi size üc adim fark atabilecek bir konumu kim nasil kücümsüyor yahu ? Bu ikisi hali hazirda birbirlerinden nasil ayriliyor, birisi bana anlatirsa da memnun olacagim.. Bayern Türkiye Ligi takimlarindan cok daha "siklikla" sampiyon olmasina ragmen Sampiyonlar Ligi kupasini dahi ikinci plana atabiliyor ki biraz dikkatli bir sekilde incelediginizde dogru bir yaklasim oldugunu da göreceksiniz..

Tebrik ediyoruz Bayern Münih'i ve Sampiyonlugun hikayesi lig sonunda burada olacaktir..

15 yorum:

alengir dedi ki...

Bülent Korkmaz'ın "Şampiyonluk Galatasaray için Şampiyonlar Ligine katılmak için bir araçtır" minvalinde bir lafı vardı misal,durumla tam olarak örtüşmesede çok doğru bir cümledir

Borges dedi ki...

alengir: biraz daha derine insek nasil olur ?

Sen kendi ligini domine edebilirsen eger gerek o ligin büyügü konumunda en iyi futbolcularini kolay bir sekilde cekip alma, gerek sampiyon olarak kafadan 20 milyon euro ve arti pek cok yan gelir ile gerekse de 70 milyonluk bir ülkenin icerisinin en büyügü olarak kurumsal olarak ilerledigi vakit elde edebilecegin güc..


Bunlarin sonucudur zaten Sampiyonlar Ligi.. Avrupa BAsarisi..

Dolayisla kendi ligini domine edemeyen kuculur gider. Trabzonspor her zaman Avrupada basarili olmus, kendi liginde sampiyon olmamaistir, sonuc ?

Hoeness cok zeki adamdir, at gözlügü takmaz bu yüzden 30 yildir da zirvedeler..

Adsız dedi ki...

Yani siz değil ana rakiplerinizden süpriz rakiplerinizden bile oyuncu alamıyorsunuz normal koşullarda.

Bayern, Leverkusen'in (Ballack, Lucio, Ze Roberto) veya Hamburg'un (Van Buyten, Olic) veya Werder Bremen'in içini dilediği zaman boşaltabilir

boşaltıyor da

ama bunu Türkiye'de yapamazsınız, zira iki rakibiniz dokunulmazdır, diğer rakipleriniz de mantıksız iç pazar nedeniyle tok satıcılardır. Sene sonunda 6 milyon isteyen oyuncusunu oynatmak yerine piyasası düşsün diye Paf takıma yollarla 6 ay. sonra 500 bin euro'ya sözleşme imzalamaya çalışırlar, imzalamayıp da başka takıma gidince bütün şehre hedef gösterirler. Sonra onu alan takım 6 ay futbol oynamamış bir oyuncuya 6 milyon vermiş olur.

Demem o ki Bundesliga'nın dinamikleri ile TSL'nin dinamikleri çok farklı. TSL'nin kaotik futbol ortamında kadro kalitesinden çok başka faktörler devreye giriyor. Kadronun sağlıklı kalması, konsantre olabilmesi, baskı altında kalmaması gibi. Bu yüzden genelde çıkış yapmış takımlar, genç takımlar, futbol oynamaya çalışan takımlar sonu göremiyorlar. Kavgacı ( Ruhlu futbol oynayan ) - Çirkef ( Sahada savaşmayı seven ) ve yaptığı bütün çirkefliklere göz yumulan ( Hakkını arayan ) takımlar genelde 2 adım önde oluyorlar. Fatih Terim dönemi Galatasaray'ı da böyleydi, bugünün Fenerbahçe'si de böyle tarihten başka örnekler de çıkartabiliriz elbet, ancak burada vurgulamaya çalıştığım şey bu kaos ortamında herhangi bir dominasyonun mümkün olmadığı ve olamayacağı, zira ligin yapısı müsait değil. Takımlarımızdan biri Robben'i alsa ne cam adamlığı kalır, ne koşmuyorluğu kalır, bir gün birisi ona pas atmıyorlar derler, bir gün bir çalım atar birisi terbiyesiz der, sonraki gün basar birisi tekmeyi Robben sakatlanır...

vs. vs.

çok uzun yazdım ve konudan saptın sanırım (:

demem o ki Galatasaray'ın önce Avrupa savı elbette ki şu anki başarısızlıktan zihinleri kaçırmaktır - ancak şu da bir gerçek ki takımın şu anki planlaması Türkiye liginden çok Avrupa Kupalarında mücadele etmeye uygun.

Adsız dedi ki...

Atladığınız bir şey var bence: Bayern, Almanya'da dominasyonu sağlarken bunu ciddi bir marketing yardımı ve finansal güç ile yapıyor. Türkiye'de ise o üç büyük takım şampiyon olsalar da olmasalar da en büyük parsayı topluyorlar.

Yani Galatasaray'ın şampiyonluğu domine ettiği dönemlerde bile Bayern'in Bundesliga'yı domine ettiği türden bir ekonomik dominasyonu yoktu, keza Beşiktaş'ın şampiyonluk serilerinde de öyle.

Bayern sürekli olarak şampiyonluk yolundaki rakiplerinin en iyi oyuncularını alarak iç pazardaki yetenekleri topluyor, rakiplerini zayıflatıp kendisini güçlendiriyor.

Bu stratejinin en önemli örneği de sanırım zaten Ballack, Lucio , Ze Roberto üçlüsü. Leverkusen'in kendine gelmesi seneler aldı diyeceğim ama şampiyonlar ligi finali yapan bir takımın şu anda 3-7 arasında gidip gelmesinden bahsediyoruz kendi liginde, buna pek kendine gelme diyemiyorum.

Daha da fenası, Leverkusen yine Şampiyonlar Ligi finali oynayacak seviyeye gelse de Bayern'in onların içini boşaltacak prestiji ve maddi gücü olacak.

Bu tarz bir dominasyonu Türkiye'de kurmanız pratikte mümkün değildir.

Bir takım 6 sene şampiyon olamaz, diyelim ki oldu rating'ler düştüğü için herkes o takıma saydırmaya başlar, ligin tadının kaçtığından bahsedilir, ve bütün bunlara rağmen o şampiyon olan tek takım, rakiplerinin en iyi oyuncularını toplayacak finansal güce sahip olamaz.

Eğer Galatasaray, Türkiye şartlarında bir Bayern olsaydı örneğin, bundan 4 sezon önce Gökhan Gönül'ü Tuncay'ı Fenerbahçe'den koparmış olması gerekirdi, sonra da Fenerbahçe'nin bu oyuncuların yerine yenilerini koymak için fıldır fıldır oyuncu araması...

Bu üstüste 30 şampiyonlukla bile olacak bir şey değil, kulüplerin finansal güçlerini salt sportif başarı belirlemiyor Türkiye'de. Dahası iç pazar öyle irrasyonel bir haldeki TSL'de ortalama şartlarda 2-3 milyon euro'ya mal edeceğiniz bir oyuncu için sizden 10 milyonun üstünde bir mebla isteniyor ve futbolun ekonomik dinamikleri bu parayı mümkünü yok çıkarmıyor.

Borges dedi ki...

nedegilefendim: Yanlis anlamayin ama satirlar boyu Bayern gibi Galatasaary tek büyük degil üc büyüklerden birisi oldugunu anlatmaya calismissiniz. Yani bu ortada zaten, burada 3 orada 1. Lakin bu yine de ana fikri degistirmiyor zaten..Ülke ici oyuncu alis- verisi bonservis dengesizligi nedeniyle son yillarda biraz geri plana itilmistir. Ama bugün baktiginz vakit Gs-fb-Bjk yine de öne cikan bütün oyunculari bünyesinde topluyor.. Sadece Bursaspor'un sampiyon olmasi bile cok seyi degistricektir.. Havuzdan gelen gelirleri vesaire..

Reklamlar, oyuncu alisverisleri, kurumsal gelisme gibi pek cok yan faktör de devrededir.

Öyle veya böyle ülke ici dominasyonu saglamadan Avrupada istikrarli bir basari mümkün degildir ve dahasi ülke ici liderligi kaybederseniz bir daha basarili olup olmam"büyük klup olup/olmama gibi cok daha baska sorunlar da devreye girer..

Adsız dedi ki...

Demem o ki : Sorun tek büyük üç büyük sorunundan ziyade, üç büyüğün mevcut durumunun diğerleri tarafından sarsılamaz sosyo-kültürel ve ekonomik temellere dayanıyor olmasıdır.

Sürdürülebilir sportif dominasyon ülkenin kültürel yapısı nedeniyle borderline-imkansızdır dahası Bayern örneğindeki gibi bunu sürekli rakiplerinizin en iyi oyuncularını temizleyerek yapmanız hiçbir koşulda mümkün değildir.


Çünkü siz alt grupların en iyi oyuncularını toplasanızda sizinle birlikte bu oyuncuları toplayan ve zayıflatamadığınız 2 rakibiniz var, ve tekel kurmak için rakibinizin olmaması gerekir.

Yerel başarının önceliğine "pratik sebeplerle" katılıyor olmakla beraber bunun Türkiye özelinde "büyük kulüp olmak" paradigması ile doğrudan bağlantılı olmadığını düşünüyorum.

Bu yüzden "üç büyük" mevcut sosyo-kültürel yapı sürdüğü takdirde varlığına devam edecektir.

Adsız dedi ki...

Satırlar boyu aynı şeyi anlatmak mesleki bir alışkanlık - ya da deformasyon - , kaldı ki ana fikrin etrafında çemberler çizerek ana fikri örneklerle çeşitlendirmek sizin de çoğu zaman uyguladığınız bir yöntem.

Ancak eğer savlarımı nasıl desteklediğimle ilgilenmiyorsanız bu yazıyı atlayıp sonraki mesajı okuyabilirsiniz.

Bir büyük yerine üç büyük olması şunu getirir: Oyuncu havuzundaki oyuncuların bedellerinin üç büyük arasındaki kızışma nedeniyle tavan yapması.

Klose'nin değeri tavan yaptığında Bayern oyuncuyu ikna eder ve alır, Werder Bremen girip fiyatı artıramaz. Klose'ye ödenen bedel de Bayern'e koymaz çünkü onlar zaten korkunç bir girdiye sahiptirler.

Ama siz Fenerbahçe bile olsanız Mehmet Topuz'a 12 milyon verdiğinizde bu size koyar ve o adamdan 3 milyonluk başka bir oyuncudan aldığınız verimi bonservisin oluşturduğu baskı nedeniyle de alamazsınız.

Zaten dar olan oyuncu havuzunda görünürde almaya değer üç beş oyuncu bulunuyor bunlara da öyle bir fiyat çekiyorlar ki ne kadar dominant olursanız olun alamıyorsunuz, çünkü mantığınız el vermiyor. Alırsanız da ortaya Serkan Aykut, Bülent Akın, Tarık Daşgün, Yusuf gibi vakalar çıkıyor oyuncu her yaptığı harekette bedelin altında eziliyor, Bundesliga futbol kültüründe bu var mıdır?

Savınızın yerel başarı - kulüp prestiji boyutuna gelirsek: benim savım bakidir, Türkiye şartlarında hiçbir sportif başarı veya başarısızlık "üç büyükler"in saha dışı dominasyonunun önüne geçemeyecektir. Bundesliga analojisi sadece bir'e karşı üç nedeniyle değil, diğer takımların yerel taraftar kitlelerinin birkaç istisna dışında "olmayışı" bu nedenle ülkede "çok az" deplasman oluşu ve Türkiye'deki taraftarlık kültürünün saha içinden çok saha dışına odaklanması nedeniyle kanımca sorun yaratıyor

Bu üç büyük arasındaki güç dengeleri yıllardır defalarca değişmiş olsa, ve bu takımlardan bazıları on yıllar boyu şampiyonluk görmemiş olsa, bazıları ise üçer üçer şampiyonluklar görmüş olsa da bu durum tarihsel veriyle sabtitir ki takımların kemik taraftar kitlelerinde büyük bir oynamaya yol açmamıştır.

İstisna olarak gösterebileceğimiz Trabzonspor'un başarısı sadece ve sadece yerel bazda etki yaratarak - şehrin nüfusunun ve de o bölge orijinli insanların ana taraftar grubuna katılmasını sağladı.

Bursaspor'un bu tarz bir desteği senelerdir mevcut, özellikle Nejat Biyediç zamanındaki Avrupa başarısı sebebiyle lokal bazda ciddi bir taraftar grubu oluşturmuş durumdalar. .

Öte yandan muhtemel bir şampiyonluk durumunda bile Bursaspor, kendi değerlerini korumakta ve oyunculara istedikleri meblaları sunmakta sıkıntı çekeceği gibi kadrosuna "yerli" oyuncu katmakta inanılmaz sıkıntılarla karşılaşacaktır - bu yüzden de oyuncu yetiştirip satma formülüne tam anlamıyla tutunmak durumundalar - Trabzonspor'un veya Kayserispor'un çektiği sıkıntıları çekmeyi göze alıp ellerindeki yetenekli oyuncuları ellerinde tuttukları takdirde ise bu sefer takım içi huzursuzluklarla baş etmek durumundalar.

Son 5 senede yapılan iç transferleri ve bunların bedellerini kontrol etmenizi ve bu transferlerin şu anki boyutları ile bile iktidarı elinde tutan grup dışındaki ekipler tarafından nasıl gerçekleştirilebileceğini bir düşünmenizi öneririm. Ekonominin büyümesiyle olan şey aynı 2000'lerin başında olduğu gibi kulüplerin ekonomik açıdan dengeli bir şekilde güçlenmesinden ziyade iç transferde oluşan sanal bonservis şişmeleridir ki ülke oyuncu havuzunun darlığı nedeniyle bu değerler önümüzdeki senelerde daha da şişecektir, dediğim gibi önümüzdeki en iyi örnek havuz gelirlerinin şiştiği devalüasyon öncesi 2000'lerdir, o dönem ödenen korkunç bonservis bedellerini gözden geçirmenizi öneririm. Bu seneki iç transferler ise:

İsmail 6 milyon + 2 sezon önce 5 milyon euro'ya satılmayan bir futbolcu

Tabata 8 milyon

Mehmet Topuz 10 milyon

alelacele elden çıkarılmaya çalışan Gökhan Ünal 4.5 milyon

not: rakamlar yaklaşıktır, tam maliyletleri kendiniz kontrol edebilirsiniz.

Borges dedi ki...

nedegilefendim: Yok simdiki satirlar cok daha güzel bir sekilde anlatmis derdinizi.

Kesinlikle-okuduktan sonra- haklisiniz diyebiliyorum. Yani 3 büyük konumunun dezavantajlari konusunda yasanilan sikintilar ve sisirilmek durumunda kalan bonservisler.. Bunlari da 3 büyükler yer yer kendi aralarinda anlasma saglayarak kisa sürelerle bertaraf edebilmislerdir lakin yine de sikinti her zaman basgöstermis.

Lakin ben son bes yilin icerisine baktigim zaman yerelligin gün gectikte ivmelendigini ve düne göre cok daha "gercek" deplasmanlarin yasanildigini görüyorum. Özellikle TV yayinlari da adaletli bir sekilde yapilirsa kisa sürede 3 büyükler bu kadar güclü olmayacak sekilde yeniden lig kendisini düzenleyecektir..

"Demem o ki : Sorun tek büyük üç büyük sorunundan ziyade, üç büyüğün mevcut durumunun diğerleri tarafından sarsılamaz sosyo-kültürel ve ekonomik temellere dayanıyor olmasıdır."

Hepsi degisebilir ve sandiginzdan cok daha kisa sürebilir bu. Sadece:

Lig TV her maci canli versin, Sampiyonlar Ligine iki ve üc kere anadolu takimlari katilsin, bakalim isler nasil degisiyor ?

Bir büyügün yillik gideri nedir ? Basit bir sampiyonlar ligi giris bileti 20 milyon euro.

Eger Lig TV tüm maclari canli yayinlarsa bu dominasyon kalkar ve dahasi oyuncu havuzu genisler, isler baskalasir.. Yabanci sayisi arttikca ülke ici bonservisler de düsecektir, GS düsmesi icin elinden geleni yapmistir..

Lakin.. Eger bu üc buyukten birisi yillar boyu sampiyon olamazsa gecmiste oldugu gibi olmayacak, kaybolmaya, ve hatta büyüklükleri dahi -Tranzonsporve hatta Besiktas- sorgulanmaya baslayacaktir, baslamistir da..

varol döken dedi ki...

ben bu fikir teatrisinde nedegilefendim'e yakınım...

zira önümüzde kanlı canlı bir sivas örneği duruyor...

fenerbahçe'nin ligde şampiyonluktan önce avrupa'da başarıya ihtiyacı var, elbette benim hedefim uefa diyemezsiniz ama fenerbahçe de galatasaray da beşiktaş da uzun yıllar daha şampiyonlar ligi son 4 seviyesine gelemeyecek, o yüzden adım adım ilerlemek mantıklı geliyor bana... bir de zaten türkiye ligi şampiyonluğu bir hedef değil gelenektir fenerbahçe değerleri için, bunu ekstra hedef göstermek acizlik gibi geliyor bana...

Borges dedi ki...

Varol Döken: Nedegilefendim Almanya-Türkiye karsilasmasinda kosullarin farkliligini anlatirken dogru noktalara temas ediyor ama yine de temel gercegi ben hala savunuyorum.

ÜLke icerisinde dominasyonu basaramazsaniz Avrupa hedefi komik kalir.

Ve ayni zamanda Avrupada absarili olamazsaniz kaybiniz cok fazla olmaz ve fakat ülke icerisinde basarisiniz sorun cikarirsa gecmiste oldugu gibi "Büyük" olarak kalmaniz cok da kolay degildir.

Fenerbahce en son ne zaman 3 kere üst üste sampiyon olmus ? Bir dominasyon saglamis ?

Benim faal olarak izledigim son 20 yil icerisinde sadece Daum iki kere üst üste sampiyon olabilmistir, birisini de kil payi kacirmistir. Bunun disinda ücü gectim iki kere üst üste bir sampiyon ?

Haliyle burada bir dominasyon saglandigi zaman avrupa basarisi zaten kacinilmazdir. O Denizlispor son saniye kacan sampiyonluk kacmasaydi Fenerbahce 4 yil üst üste ülkede sampiyon olmus bir takim olacakti aynen Terim'in 96-00 dominasyonu gibi. Ve zaten elle turulur avrupa basarisi da bu iki dominasyon sonrasi gelmistir.

UEFA kupasi, Sampiyonlar Ligi ceyrek finali..

Adsız dedi ki...

Öncelikle lokal başarının gerekliliği konusunda Borges'e kesinlikle katılıyorum, sadece bir takımın sportif başarısızlığının onun "büyük takım" olarak değerlendirilmesinin önüne geçmeyeceğinini hele ki Türkiye özelinde 2. sırayı tuttuğumuz takım için başarısızlık olarak nitelendirdiğimiz bir ligde kazanılacak bir veya iki "olağan dışı" şampiyonluğun düzeni değiştirmeyeceğini düşünüyorum.

Tabii ki temennim Borges'in de dile getirdiği gibi dengelerin değişmesi ve kulüplerin yerel taraftarlar tarafından sahiplenilmesi yönünde. Futbol'u bir spor olduğu için seven ve de Türkiye'deki statükodan hoşlanan bir insan evladı sanmıyorum ki asgari kognitif yeteneklere sahip olsun. Almanya'daki veya İngiltere'deki futbol ortamı da bu bağlamda tabii ki Türkiye'den fersah fersah ileride ve bu yüzden Bundesliga'yı takip ederken bu yüzden içim daralmıyor.

Elbette bazı kulüplerin taraftar kitleleri oluşuyor elbette yavaş bir gelişme görüyoruz bu bağlamda ancak ulusal medyanın üç büyüklerin maçlarını es geçip gençlerbirliği'nin diyarbakır'ın antalyaspor'un kendi aralarında yaptıkları maçları vermesi bana sorarsanız görünür gelecekte mümkün değil.

İstiyorsanız hipotezlerden ziyade elimizdeki mevcut verilere bakalım. Varol Döken Sivas örneğini çok güzel getirmiş önümüze. Sivas'ın Anderlecht maçının rating'lerine ulaşabilirsek elimizde çok net bir veri olacaktır bu.

Ama şu anda elimizdeki veri maçın haklarının TRT tarafından alınmış olması, TRT'nin yayın politikasını da göz önünde bulundurduğumuzda özel kanalların bu maça yatırım yapma gereğini görmediklerini rahatlıkla görebiliyoruz.

Medya, kıta Avrupası'nda toplumu bilinçlendirme gibi ahlaki sorumluluklar taşır. Denetim kurumları sıkı çalışırlar.

Türkiye'de izlenen model ise bundan farklı olarak mevcut durumdan azami faydayı sağlamaya yönelik. Sosyal devletlerde spor politik bir değer taşırken, şirketleşmiş bir devlet yönetiminin olduğu tüketim toplumlarında spor bir eğlence enstrümanıdır. Medya'nın bir parçası olarak değerlendirilir. Haliyle statüko'nun değişmesi için gereken yatırımı medya organlarından bekleyebilmeniz için onlara devlet yapısı tarafından müdahele edilmesi gerekir ki

bu müdahele gelmeyecektir. Elbette bahsettiğiniz canlı yayın çeşitliliğiyle anadol futbolu kalkınacaktır, elbette ki bu istenilen bir durumdur.

Ancak bunun olacağına inanmıyorum.

Liverpool örneğine ise diyeceğim şudur:

biz burada Nottingham Forest'tan değil de Liverpool'dan bahsediyorsak. UEFA'da yarı final oynamış bir takıma üzerine iki tane 300-400 milyon euroluk takım çıktı diye "başarısız" deme cüretinde bulunuyorsak o takım hala büyük takımdır.

Adsız dedi ki...

Bu arada yanlış anlaşılmamak için büyüklüğü tanımlamam gerekiyor sanırım:

Büyüklüğü her koşulda rating yapıyor olabilmekle tanımlıyor. Güçlü bir taraftar grubuna, yüksek bir pazarlanabilirliğe ve de bu iki koşulun sağladığı ekonomik gücün işletilebilirliğine sahip olmayı anlıyorum ben büyüklükten.

Bir Fenerbahçe taraftarı 7. olduğu sezonda sadece Galatasaray'ı yendiği için mutlu olan bir insandır, bu rasyonel olmadığı için değil tam olarak rasyonel ilkeleri ona başarı duygusunu tattırdığı içindir:

üç büyüklerin yarattıkları bir mikrokozmos var ve medya ligden çok bu mikrokozmostan besleniyor. Bana sorarsanız Türkiye'de insanlar futbol'dan çok rekabeti seviyorlar. Birbirlerine "üstünlüklerini" kabul ettirebilecekleri en zahmetsiz alan ise futbol kulübü taraftarlığı.

Büyüklüğü ise bu kısır döngünün besleyicilerinden biri olmakla değerlendiriyorum Türkiye özelinde, çünkü Gaziantep'in , Kasımpaşa'nın zaman zaman oynadığı güzel futbol sonuç alamadıkları sürece kendi taraftarlarının bile umrunda olmuyor - bu yüzden de bu sosyal gerekliliği gidermek için ikinci bir takım tutması gerekiyor yerel taraftarların.

Medya'nın ve kamuoyunun sorguladığı kulübün büyüklüğü değildir, mevcut üst yapının bu büyüklüğe yakışıp yakışmadığıdır.

Borges dedi ki...

nedegilefendim: Ben degisecegini ve daha da önemlisi gecmise oranla degistigini de düsünüyorum. Eskiden üc büyük takim gittikleri her deplasmanda neredeyse hepsinde tribünlerin cogunlugunu olusturuyordu, simdi böyle bir sey söz konusu degil.

Sivas'in hemen arkasindan Bursaspor'un bu denli yaklasmasi artik bir sonuctur. Sivas'dan ziyade Bursaspor,Eskisehirspor gibi daha bi gelenegi olan takimlar mesafeyi daraltacaktir Lakin bu degisim icin biraz da yukaridan düzenleme gerekir.

Cok acik bir sekilde diyorum ki: Mac yayinlari esit bir sekilde her takima paylastirilsin, cok degil bes yil icerisinde mesafe yariya iner.. ÜC büyükler gelecek nesillerde Eskisehir,Bursa'da filan kendisine taraftari bugünkü gibi builamaz.

Liverpool'a gelince.. Cok degil 2005 Istanbul o Sampiyonlar Ligi Sampiyonlugu ve üst üste final oynamalarini kucumsememek gerekir.. Ama Arsenal-Man U farki büyüklük degil son 20 yil kupa farkidir.. Ve bir zamanlar Tottenham,Lineker, klinsmann filan cok baskaydi isler.. Bugün ? büyüklük algisinin degisiminin nedeni nedir acaba ?

O degil Chelsea ne oldu da bugünün Tottenham'ligindan cikip bes büyük takim arasina girdi ?

Hoffenheim 4 bin kisilik köy takimijydi, ilk devreyi lider bitirdigi sirada stadini tamamladi, bir günde 30 bin kombine satti, o basariyi daimi kilsaydi maclari "derbi" kapsamina girecekti..

Bugün Dortmund alman orta sira takimi olarak görülüyor, oysa eskiden böyle miydi yahu ? 97 sampiyonlar ligi sampiyonlugu ve gecmiste UEFa kupalari vesaire..

Sen kendi liginde ilk ikiye giremezsen Avrupa Ligi seni ne kadar ciddiye aldirtir, büyütür ? Bremen ligde 11. iken UEFA da final oynadi kimin umrunda almanyada ? CL degilsen eh iste.. Hamburg bugün Avrupa kupasina dahi katilim gösteremiyor, final oynasa ne yazar Avrupa Liginde ? Oysa Bayern'in basaridigini Freiburg basarsin, su ekonomi-endüstri futbolunda büyümesi göz acip kapanasiya kadardir..

Adsız dedi ki...

Dediğim gibi umarım değişir.

Ama Türkiye özelinde bu değişimlerin gerçekleşemeyeceğini düşünüyorum. İngiltere çok farklı bir futbol iklimi, Notts County, Leeds, QPR gibi argümanınızı ciddi bir şekilde destekleyen örnekler de var.

İslam Çupi'nin bir lafı var Fenerbahçe'nin büyüklüğü kupa büyüklüğü değildir başka bir büyüklüktür diye. Biraz da buraya çıkıyor mesele sanırım. Fenerbahçe bugün 10. olsun. Hatta Aziz Yıldırım da istifa etsin. Çıkar bir iş adamı döker 30-40 milyon euro takımı tekrar potaya sokar. Çünkü bilir ki Fenerbahçe başkanı olarak sahip olacağı bürokratik erişim ve politik sermaye harcadığı parayı misli misli geri döndürecektir özel iş hayatında.

Aynı örnek Galatasaray için de söz konusu, Cem Uzan örneğini hatırlayın. Bu takımlar hedeflerinden radikal sapmalar gösterdiklerinde bir kontrol mekanizması devreye girip bu takımları tekrar yerlerine yerleştirecektir.

Sivas bir çıkış yaptı evet, ama 2008-2009 sezounda oynadığı ortalama seyirci 10.827'dir doluluk oranı %70'lere varmamaktadır.

Almanya örneğinde sonuna kadar haklısınız, çünkü Almanya'da insanlar futbolu seviyorlar. Güzel futbol oynayana bir sempati oluşuyor ve insanlar o kulübü seyretmeye gidiyorlar, çünkü iyi vakit geçiriyorlar.

Viyana'da yaşıyorum, geçenlerde birkaç almanla birlikte seyrettiğim bir maçta Barcelona'nın iptal edilen golünde
civardaki avusturyalılar'ın (ki futbolu pek sevmezler) ve almanlar'ın çıkardığı tepkiye inanamadım, sağır oluyordum.

Bu insanlar Barcelona taraftarı değildi, maçı seyretmek için orada olan ve oynayanla oynatmayan arasındaki maçta futbol oynandığını görmek isteyen insanlardı sadece.

Türkiye'de ise taraftarlık futbol severlikten önce gelir.

Adsız dedi ki...

Dediğim gibi temennilerinize katılıyorum, ancak medyanın bu uygulamalara geçmesinin mümkün görmüyorum. Çünkü zaten statükodan besleniyorlar. Dahası mevcut durum işlerini kolaylaştırıyor. Her şehirde muhabir tutacaklarına 3-4 muhabirle çözüyorlar tüm sorunlarını. Tiraj dertleri olmuyor alıcı hep aynı ürünü talep ediyor. Hatta ortada somut bir ürün yoksa rahatlıkla sanal bir ürün de yaratılabiliyor.

Neden değiştirsinler ki?