7 Şubat 2018

Borges ve Ben


Benim Jorge Luis Borges'i sevdiğimi bilirsiniz.  

Misal hayatımda ilk kez 'sonsuzluk' kavramını düşünmeye onunla başladım. O zamana kadar sol literatürde sıklıkla aşağılanan Kant'ın 'bilinemezciliğine' ilk defa o zaman yaklaştım. Sonsuzluk ve Tanrı'nın varlığı, başı ve sonu gibi pek çok ayrıntıyı zihnimde hayal dahi edemediğimi fark ettim. İnsan zihninin sınırlı olduğunu ve hayal gücünün dahi yetmeyeceği içerikleri keşfettim.. Bazı konuların cevapları söz konusu olduğunda var olan sınırlı aklın kavramayacağını da düşünmeye başladım.  Agnostisizm ile beraber insan aklının sınırını Borges okuyarak keşfettim..

İlk defa 'Kum Kitabı' ismini verdiği kısa öykülerden oluşan eserini okuduğumda şaşırmıştım çok. 1941 yılında yazılmış olan Kum Kitabı'nın aynı isimle yayınlanan öyküsünde başı sonu olmayan kitabın bugünkü internet ile eş anlamlı olduğunu yeni yeni fark ediyorum. Son yüzyılın en komplike icadının bundan yaklaşık 80 yıl önce Borges'in zihninde var olduğunu söyleyebilirim.

 'Öteki' hikayesinde Borges köprü üzeri bir bankta gençliği ile karşılaşır. Yaşlı bir insanın gençliği ile olan karşılaşmasının nasıl olacağını düşünmek dahi tuhaf geliyor.

 Lakin bir yerde yaşı Borges  35 yıl önceki borgesle olan muhabbeti şöyle tanımlıyordu " birbirimizi o kadar iyi tanıyorduk ki kimse yalan söyleyemiyordu ve konuşma hiç ilerlemiyordu

Enteresan gelmişti. ilk defa yine 'yalan' üzerine düşünmeye onunla başladım. Herkesin ahlaki açıdan yaklaşarak üzerine türlü türlü olumsuzluklar serpiştirdiği 'yalan söyleme' özgürlüğü olmasaydı kimsenin diğeriyle iletişime geçemeyeceği, iki insanın birlikte yaşamasının mümkün olamayacağını kavradım. Aslında bir noktadan sonra sadece 'yalan söylemek' değil herhangi bir ahlaki doğrunun ancak belli koşullar oluştuğunda geçerlilik kazandığını da bu şekilde fark ettim. 

Keza en sevdiğim hikayesi olan "Yolları çatallanan bahçe" 

Aslında hikayeleri 'Kum Kitabı' gibi. Ne zaman yeniden okusam daha farklı anlamlar keşfediyorum. Her okuduğumda yeni bir hikaye okur gibi.. 

bitmez bu.

Peki ben neden bir gün elime Borges diye Arjantinli bir yazarın kitabını elime aldım? 

Çizgi roman okuyordum. Kitapları sevmezdim. Sıkıcı bulurdum. O dönem hastası olduğum çizgi roman mistik hikayeleri içeren Martin Mystere idi. Çizgilerle okuduğum 'gizli yüz' adlı hikayesinin yazılı olanı Borges'in eserlerinde de vardı. Öyle bir benzerlik vardı ki sürekli beni Borges okumaya itti. Elbette Borges'in hikayelerindeki derinliği kavrayacak durumda değildim ama bu dahi keyif almama engel değildi. 

Yıllar sonra yaşamım içerisinde bir kırılma noktası oluşturup beni çizgi romandan kitaplara doğru ittiği için ismini her yerde kendime adadım. Bana başka bir yaşamın, başka bir kimliğin kapılarını araladığı için bu kadar değerliydi. Oysa o dönem okumaya başladığım -1997-98-99- Yüzüklerin Efendisi, Borges ve İhsan Oktay Anar gibi kitapları belli bir süre sonra bıraktım. Tarz olarak klasikler daha çok ilgimi çekmeye başladı. 

Lakin Borges olmasaydı.. 

Her şeyden önce bugün yaptığım mesleğim bile bu olmayacaktı. Yazı ile haşır neşir olmayacaktım. Bu ve benzeri pek çok ayrıtıyı konuşacak insanlar aramayacaktım. Belki her şey daha kötü ya da daha iyi olacaktı ama bugünkü gibi değil. 

Rastlantı mı? 

"Rastlantı dediğimiz şey,nedenselliğin karmaşık işleyişini bilmemekten başka nedir ki ? " 
J.L.Borges

Hiç yorum yok: