Öncelikle Kitabın hikayesinden başlayalım.
Yine bir şehir değiştirme esnasında artık yeni insanlardan, "merhaba ben.." demekten yorulduğum bir dönemde birisiyle arkadaş olduk. Nice milletten onca yakın arkadaşım olmuş iken Almanya'da yaşamama rağmen bir Alman'la samimi bir ilişki kuramamıştım hiç, bu ilkti.. Cornelia
Augsburg'daki Üniveristeye gelmeden beş tane Türk kızının ortasına düşmüştüm. Onların arkadaşıydı ve üstelik hepsini görmezden gelip haftada bir sadece bu kızla görüşüyordum Augsburg'un nedendir bilmem biz çıktığımızda sürekli yağmur yağan caddelerinde. Erkek ve Kadın'dan yakın arkadaş olur mu? İmkansız demiyorum ama zor ve geçen onca zamanın sonucunda diyebilirim ki biz bu zoru başarmıştık. Yüzde yüz bir dosthane ilişkiden bahsetmiyorum zira beni ona yaklaştıran yüz hatlarının inanılmaz güzelliği iken aynı şekilde benzer bir şey de onu bana yaklaştırmıştır muhtelemelen. İlerleyen zaman içerisinde biz aslında beraber konuşmaktan keyif alan, benzer ilgi alanlarına sahip iki arkadaş olduk üstelik her ikimizi de en azından o dönemde bağlayan herhangi bir erkek-kız arkadaşı da yoktu. Haftada bir derslerin aynı zamanda bittiği günlerden herhangi birisinde Augsburg'un İstiklal'i olan Maximillian Strasse'ye iner bir cafede laflardık.. Rutinleşmiş olan bu muhabbetlerden öyle keyif alıyordum ki bloga da yazmıştım bunu ve fakat kısa bir süre sonra fazla özel olduğunu düşündüğüm için postu da silmiştim.
İkimiz de Yay Burcu'yduk ve haliyle anlatmayı seviyorduk, anlatıyorduk sürekli. Her ikimizin de doğum günleri birbirlerine yakındı ve her iki doğum gününde de beraber vakit geçirdik. İşte bu sıralarda ben ona o dönem okuduğum Orhan Pamuk'un Masumiyet Müzesi'nin almancasını hediye eder iken henüz almanca ile aramın iyi olmadığını düşünerek o da bana Haruki Murakami'nin "Norwegian Wood" adlı kitabının ingilizcesini hediye etmişti. O benim okuması aslında oldukça güç olan hediye ettiğim kitabı bitirir iken ben onunkisini daha çok "ingilizce" olduğu için biraz okuyup bir kenara atmıştım. Aylar yıllar sonra işte geçen günlerde Türkçesini buldum ve okudum.
Güzel bir kitap seçmiş. Burada da Universitede iki insan sürekli derslerden ayrı kalan vakitte buluşuyor, yemek yiyor ve diğerlerine göre olağan dışı sayılabilecek eylemler gerçekleşiyor. Benim için güzelliği elbette o dönemleri hatırlatması ve biraz da geç okumanın şaşkınlığı.
Yine bir şehir değiştirme esnasında artık yeni insanlardan, "merhaba ben.." demekten yorulduğum bir dönemde birisiyle arkadaş olduk. Nice milletten onca yakın arkadaşım olmuş iken Almanya'da yaşamama rağmen bir Alman'la samimi bir ilişki kuramamıştım hiç, bu ilkti.. Cornelia
Augsburg'daki Üniveristeye gelmeden beş tane Türk kızının ortasına düşmüştüm. Onların arkadaşıydı ve üstelik hepsini görmezden gelip haftada bir sadece bu kızla görüşüyordum Augsburg'un nedendir bilmem biz çıktığımızda sürekli yağmur yağan caddelerinde. Erkek ve Kadın'dan yakın arkadaş olur mu? İmkansız demiyorum ama zor ve geçen onca zamanın sonucunda diyebilirim ki biz bu zoru başarmıştık. Yüzde yüz bir dosthane ilişkiden bahsetmiyorum zira beni ona yaklaştıran yüz hatlarının inanılmaz güzelliği iken aynı şekilde benzer bir şey de onu bana yaklaştırmıştır muhtelemelen. İlerleyen zaman içerisinde biz aslında beraber konuşmaktan keyif alan, benzer ilgi alanlarına sahip iki arkadaş olduk üstelik her ikimizi de en azından o dönemde bağlayan herhangi bir erkek-kız arkadaşı da yoktu. Haftada bir derslerin aynı zamanda bittiği günlerden herhangi birisinde Augsburg'un İstiklal'i olan Maximillian Strasse'ye iner bir cafede laflardık.. Rutinleşmiş olan bu muhabbetlerden öyle keyif alıyordum ki bloga da yazmıştım bunu ve fakat kısa bir süre sonra fazla özel olduğunu düşündüğüm için postu da silmiştim.
İkimiz de Yay Burcu'yduk ve haliyle anlatmayı seviyorduk, anlatıyorduk sürekli. Her ikimizin de doğum günleri birbirlerine yakındı ve her iki doğum gününde de beraber vakit geçirdik. İşte bu sıralarda ben ona o dönem okuduğum Orhan Pamuk'un Masumiyet Müzesi'nin almancasını hediye eder iken henüz almanca ile aramın iyi olmadığını düşünerek o da bana Haruki Murakami'nin "Norwegian Wood" adlı kitabının ingilizcesini hediye etmişti. O benim okuması aslında oldukça güç olan hediye ettiğim kitabı bitirir iken ben onunkisini daha çok "ingilizce" olduğu için biraz okuyup bir kenara atmıştım. Aylar yıllar sonra işte geçen günlerde Türkçesini buldum ve okudum.
Benim bugün hala beraber olduğum sevgilimi de aynen onun bugün hala beraber olduğu erkek arkadaşını bulma serüvenleri bu konuşmalar esnasında gerçekleşti. Elbette Erkek-Kadın dostluğunun imkansızlığından birisi de sevgililere rağmen beraber vakit geçirmek eskisi kadar kolay olmaması. Buluşmalara bir kere benim bir kere de onun erkek arkadaşı katıldı ve sonrası da gelmedi, olmuyor ve olmaz da.
Güzel bir kitap seçmiş. Burada da Universitede iki insan sürekli derslerden ayrı kalan vakitte buluşuyor, yemek yiyor ve diğerlerine göre olağan dışı sayılabilecek eylemler gerçekleşiyor. Benim için güzelliği elbette o dönemleri hatırlatması ve biraz da geç okumanın şaşkınlığı.
Haruki Murakami'nin bir bakıma Japonya'nın 68 kuşağını da gözler önüne serdiği bu romanını ben çok sevdim. Sallinger'in Çavdar Tarlasındaki Çocuklar'ı gibi diyebiliriz. Üniversiteye yeni başlamış bir capunun ergenlik yıllarının hikayesi ve dilinin samimiyeti sanırım onu Japonya'nın en çok okunan kitabı yapmıştır. Dinlendirir, keyif alırsınız. Bir filmi izler gibi okursunuz lakin böyle düşünenlerin yaptığı 2010 yapımı filmden çok da bir şey beklememizi de hatırlatmak isterim. Film en azından kitabın yarattığı duyguyu hiçbir şekilde vermiyor. Belki de bu güzel romanın en keyifli yanı müzikler ve dünya edebiyatının önemli eserleriyle çok güzel bir şekilde hikayeye yedirmesi, renk katmasıdır. Üstelik bir capundan beklenmedik ölçüde seçimler söz konusu. Kitabın içerisinde geçen onca müzik içerisinde tek bir Japon sanatçısı bulunmuyor keza onlarca kitap arasından da Japon Edebiyatına dair herhangi bir kitap bulunmadığı gibi. Bu da yazarın anne ve babasının Japonya'da Edebiyat hocası olduğunu hatırlayınca sağlam bir isyan gibi duruyor.
O dönemin soluna yönelik bir "samimiyet" eleştirisi de söz konusu ve bu fazlasıyla tanıdık. Univeriste'yi işgal edenlerin çok kısa süre sonra derslere en çok katılım gösteren öğrenciler olması ya da zamanın marksistlerinin bir süre sonra İBM'de filan çalışacağını öngörmek gibi.Marx'ı okuyup anlamak isteyenin anlayamadığını söylemesinin utanç nedeni olmasının absürdlüğü gibi benzer eleştiriler.
İntiharın şekillendirdiği yaşamlar derdim eğer bu kitabın ismini ben koyacak olsaydım eğer. Kitap intihar ile başlayıp intihar ile bitiyor belki ama tüm bu kasvetli havayı dağıtabilcek kadar da neşeli bir dili var.
Bu gibi eserleri ben daha çok yolculuklarda okunması taraftarıyım. Size bir sayfa önceye götürmeyeceği gibi okuduğunuzda algılayamayacağınız tek bir kelime veya cümle de yoktur. Bu bazen benim gibi okuyarak zorlayıp kendi içerisinde bir şeyleri kmıldatma, farkılılaştırma isteği olan insanlarda kitabı yer yer "sıkıcı" yapsa da pek çoklarınız için oldukça keyifli bir dili olan güzel bir roman olacağını düşünüyorum eğer beni dinler ve bu kitabı okursanız.. Bu eser hakkında tek bir cümlelik yorum yapma hakkım olsaydı güzel bir film okumak derdim sanırım. Kitabın arkasında yazan "yoğun erotizm" sosunu ise eğer kitabın arkasına bakmazsanız hissetme şansınız çok fazla yok zira o kadar güzel de yedirilmiştir. Keyifli okumalar..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder