23 Kasım 2013

Altyapı Meselesi

TSV Erbendorf'un 1993 yılında açılan tesisi

İlkokul 1. Sınıfın yaz tatilini pas geçtim. İlk defa 1987 yazında Almanya’ya gittim. Babamlar Bayern eyaletinin beş bin kişilik bir köyünde fabrikanın karşısında konumlanmış iki apartmanın içerisinde yer alan 20 Türk ailesinden birisiydi.  Erbendorf olarak ismi geçiyor kayıtlarda ama plakaları Tirschenreuth. Başka yere bağlıyız. Bağlı olduğumuz yer de 9 bin nüfuslu bir başka küçük köy. Köyünde köyü olur mu? Oluyor işte. Erbendorf’un bir tane ana caddesi var. Geride kalan yan sokakların hemen hepsi insanların yaşadığı ara caddelerden oluşuyor. Daha başka bir ifadeyle anlatmak gerekirse sadece Bayern eyaletinde Erbendorf gibi 300 tane daha irili ufaklı köy ile kasaba arasında yerleşim yerleri mevcuttur. Almanya çapında bine vurur bu sayı.


İlkokul iki ve Tombi’den çıkan futbol topu ile yurtta yıl boyunca top oynadım arkadaş. Her zaman parmakla gösterilecek oyunculardan oldum ama hiçbir zaman da en iyisi olmadım. Yalnız futbol çok başka bir şeydi bende.  Tek açıklaması var: Tutku

Almanya’da diğer Türk arkadaşlar her Salı-Perşembe  antrenmana gidiyordu. TSV Erbendorf takımının miniklerinde oynuyor. B Jugend  C Jugend diye yaşlara göre ayrılıyor. A as takım, o da kendi içerisinde ikiye ayrılıyor. F’ye kadar gidiyor iş.  Dayımlar filan A’da oynuyor. Benim yaşım E’ye tekabül ediyordu.  Benden küçüklerin dahi takımları vardı, hafta sonu maçları ve  antrenman saatleri de farklıydı.

Bir gün antrenmanı izledim. Akabinde antrenöre antrenmanlara katılmak istediğimi arkadaşım vasıtasıyla ilettim. Herr Reis.. Kabul etti.. Çok heyecanlandım. Artık her Salı-Perşembe ben de diğerleriyle beraber antrenmana gidebilme hakkına sahiptim. Cumartesi maçlar olurdu, bir kere gittim bir daha da gitmedim. Hayatımda öyle bir acıyı yaşamadım sanırım. O antrenmandaki arkadaşlarımı maçta oynarken görmek kadar kahredici bir durum yoktu. Benim oynama şansım yoktu zira lisanslı olman gerekiyordu.
Antrenmanda maç sadece idmanın sonunda yapılıyordu. Ondan öncesi benim için oldukça renkli geçiyordu. Mesela şut çekmeyi öğretiyorlardı.  Bildiğimi sanıyordum. Ayağını topun neresine koyacağını gösterirken şaşırdım, ben öyle yapmıyorum ki şutlarım da uzak mesafeden zayıftır, varsa yoksa teknik.  Yaş büyüdükçe daha pek çok şey öğrettiler.  Ben sadece yılın üç ayı antrenmanlara gidiyordum ama onlar 12 ay boyunca..

Antrenman sonu yapılan maçlar benim sahne aldığım zamanlardı. Herkes çocukluğunu abartır ama beni bilirsiniz. İpe diziyordum hepsini.  Üstelik on kişiyi çalımlayıp gol atan benden başka bir insanoğlu daha yoktu. Rövaşatayı öğrendiğimde apartmandaki diğer Türklerle beraber Almanlar beni özel evimden alıyorlardı yeşil çimlerde bir daha bir daha o şekilde goller atayım diye. Yaşımız büyüdükçe grubumuz değişiyor, hocamız ise aynı kalıyor ama maaşları artıyordu. Maaş alan insanlar vardı başımızda.  Sene 1988-89-90..

Dayımların oynadığı takımda Metin diye bir arkadaş vardı. 2 metreye yakın boyu olmasına rağmen inanılmaz teknik, hızlı, hareketli ve golcü. Çok yetenekli bir forvetti.  Babası vefat etmişti küçük yaşta, zor koşullar altında mücadele ediyordu ama bir yere kadar işi iyi götürdü.  Daha sonra Şekerspor, Kayserispor ve Gençlerbirliği’nden davet aldı. Kayserispor’a gitti ama “alamancı” olduğu için hoş karşılanmamış ve sakatlamışlardı. Sakatlık kısmı doğru ama bazıları o kadar çok hayal kırıklığına uğradı ki sürekli oradaki insanları suçluyor diye isyan ettiğini de düşünürdü. Sakatlanmasa o küçük köyden o dönemli adıyla Türkiye 1. Lig’ine oyuncu gidecekti.  Amcamların oturduğu bölgeden eniştenin de arkadaşı Mustafa Özkan Beşiktaş’a gelmişti mesela. Herkes bu çocuğun abisinin çok daha yetenekli olduğunu söylerdi.  Hatta Enişte der ki abisi yakışıklı olmasaydı Mustafa’dan çok daha iyi bir futbolcu olurdu, diskolardan çıkmazmış..  Roberto Hilbert ile aynı yerdendir. Hilbert Fürth’e Mustafa Nürnberg’e geçiş yaparak kariyerine başladı sadece. Beş bin on bin otuz bin kişilik köylerden çıkıyordu bu futbolcular. Yetenekli ve futbolcu olmak için yeterli azmin varsa oluyordun aslında.

Benim köyüme dönersek yeni tesis yapılacağını duyduğum zaman çok üzüldüm çünkü eskisi bizim o iki apartmanın önünden geçen yolun hemen yanındaydı. Ev ile antrenman edilen çim sahanın arası 200 metre ya var ya yoktu. Lakin 12 milyon mark harcanılan o yeni tesisleri görünce aklım başımdan gitti.  1993'te tam anlamıyla bitirdiler ama bizler erkenden girmiştik içerisine. Birisi her şeyiyle tam bir futbol sahası iken hemen yanında üç tane daha antrenman sahası vardı. Tenis, basketbol.. ne ararsan vardı!  Soyunma odaları, ek olarak yapılan diğer sahalar.. 

Hamza Hamzaoğlu ile röportaj yapmak için gittiğim Akhisarspor’un antrenman yaptığı tesislerden Almanya’nın beş bin kişilik köyünün bundan yaklaşık 25 sene önce yaptırdığı tesisler arasında bir değil iki sınıf farkı vardı. Oysa TSV Erbendorf dediğin senin amatör küme bile değil. Ne demek istediğimi anlıyor musunuz?

Almanya’da 90 milyon nüfus varsa bunların yüzde 70’inin futbol yeteneği otoritelerce değerlendiriliyordu.
İki önemli ayrıntıyı da izin verirseniz anlatayım:

Babam benim futbolla ilgilenmemi istemedi. Pek çok hikâyeye bu konu olmuştur. Büyük bir savaş verdim o dönem. Krampon almadı bana.  Antrenmanlara gitmemi yasakladı, dinlemeyince antrenörümle konuştu beni almaması için. Peki antrenörüm ne yaptı? Evime geldi. Babamla konuştu. Beni lisansım olmadığı halde maçta oynatacağını söyledi. Oynattı! Hayatımda oynadığım ilk ve tek maç..  Krampon temin edeceğini garanti etti. Almanya’da altı ayda bir giriş çıkış yaparak sürekli oturum alma hakkını kazanırsam eğer lisans çıkaracağını ve her türlü masrafını karşılayacağını vs. v.s.
Çünkü ben F,D,E Jugend grubunda oynarken diğerlerinin hepsinden daha iyiydim. Antrenörün dikkatini çekmemesi mümkün değil.

İkincisi ise C Jugend ile başlayan inanılmaz düşüş. Oysa benim okul takımındaki konumum aynıydı. En iyisi değildim ama hemen onun arkadaşından gelir, bazılarına göre ise en iyisi. Lakin Almanya’da zamanında benim çeşitli hareketleri yapmam için evime gelip beni alan çocuklar artık benden daha iyiydi. En başta muazzam şut teknikleri vardı. En ufak bir abartı olmadan yazıyorum iki jugend aşağısında oynamam gerektiğini bana hissettirecek kadar beni geçmişlerdi. Fizik ve kondisyon bir yana eğitim farkı kendisini çok net hissettirdi.

Benim köyüm sıradan bir köy.  Almanya’da her çocuk benim gibi parasız bir şekilde futbol eğitimi alma hakkına ve dahası muazzam tesislerde eğitilme ve takımlarda oynama şansına sahip.
Bu ülkede bırakın köyleri, kasabaları.. Ankara’nın sonrasının büyük şehirlerinin dahi eğitimi nedir? Kaç tane yetenek harcanıyor Ankara’nın doğusunda? Batısında peki? Yahu şu oturduğum mahalledeki çocuk Zidan olsa kaç yazar? İstanbul’da oturduğumu biliyorsunuz.

Almanya’da  messivari yeteneğe sahip olan insanın futbolcu olması 1987 yılından beri şans değil. Öncesi hakkında bilgim yok. Türkiye’de varisini geçtim Messi olsan 2013 yılında dahi futbolcu olmak için şansa ihtiyacın olur.

NE YAPILIR?

Her şeye rağmen 1990lı yıllarda Fatih Terim’in yaptığı yeniden yapılmalıdır. Kör topal bir yerlere kayıt olmuş futbol oynayan insanların arasından seçmeler yapılmalıdır. Yine Terim’in o dönem yaptığı gibi bölge bölge ayrılıp yetenekleri üçüncü beşinci liglerden keşfetmeli ve bilgisayara kaydetmeli.  Artık mesele yetenek kadar eğitim olduğu için seçilmişlerin nasıl eğitileceği önceden belirlenmeli, üzerinde durulmalı.  Sammer’in hazırladığı 40 sayfalık kitapçık aslında devrim niteliğindendir. Yetenekleri keşfetmekten ziyade var olanların farklı şekilde eğitilmesi bu şekilde gelişmiştir. Artık Reus’lar, Götze’ler, Draxler’lar 13 km’ye yakın koşup her iki ayağını kullanıp her pozisyonda oynama kabiliyetine sahiptir. 

Mevzu bahis konu futbolsa eğer Almanya 90 milyon Türkiye 10 milyonluk bir ülkeymişçesine lütfen analizler yapın. Çünkü taramaya giren insan sayısı bu ülkede 10 milyon dahi var mıdır şüpheliyim ama diğer tarafın sonucunu ben bizzat onayladım.  Türkiye 10 değil 70 milyonun taramasını yapması için önünde yiyeceği 40 fırın ekmek var amma velakin 10 milyon dahi olsa “altın” jenerasyonları peş peşe sıralamak istiyorsa hali hazırda şansı yaver gitmişlere farklı ve modern eğitimi sunmak için kolları sıvamalıdır. 

6 yorum:

Uğur B. dedi ki...

Yazınızı beğenerek okudum, acaba Matthias Sammer'in hazırladığı kitapçığı edinme şansımız var mı? (internet üzerinden indirerek ya da kitapçığın kendisini)

Borges dedi ki...

Belki bu işine yarar..

http://www.dfb.de/uploads/media/dfb_rtk_flyer_A4_quer_01.pdf

Şen Şef dedi ki...

Çok iyi yazı

Severek takip ediyoruz

tuncaycanpolat dedi ki...

Eskiden amatör takımlar ,prof takımlar seçme yapardı , Dar gelirli ,kıl kanaat geçinen ailelerin çocukları bu seçmelere katılırlardı. 100,200 çocuk olurdu artık oynadığın yarım saat içinde kim neyi tutturduysa ufakta olsa bir şans, şimdi onlar bile yok futbol okulu yok yaz okulu yani anlayacağınız aylık 50,100 lira verecek gücü olmayan ailelerin çocuğu isterse messinyano olsa hikaye tabi okulda ,halı sahada bir görüp keşfederse o başka

Borges dedi ki...

Tuncaycanpolat: O keşifler dahi olsa.. Bunlar nerede eğitilecek yıl boyu? Herkes de 10'unda Messi değil gibi. Ki o bir bakışta anlaşılacak keşfler bile böyle diyorsun..

tuncaycanpolat dedi ki...

İstanbul'da top oynayacak boş arsa bile kalmadı yani o yeteneklerin ortaya çıkması için önce bir topa vurması lazım dediğim gibi ,futbol tabi ki bir eğitim işi aynı bir resim gibi adam der benim resme hiç yeteneğim yok bir çizgi bile çekemem ama 1 yıl eğitim aldığında baya baya çizimeye başlar tabi yetenek ve yaratıcılık ayrı şeyler ama işin fonksiyonlarını kapmış olur ,o eğitimi veren ne kadarda verdiği tartışılan kulüplerde onu para karşılığı veriyor sorun burda.