10 Ocak 2011
Noat Samisa ile Muhabbet.!
Sadece Bülent Timurlenk okurdum o zamanlar.. Aceto Balsamico blogundan girdim onun yazdığı yere.. Benim de seyrettiğim bir maçı öyle bir anlatmıştı ki inanamadım. Hayır o an için yeni bir bakış açısı yoktu belki ama maçın içerisinde olup biten her şeyi ifade etme biçimi inanılmazdı. Sonrasında farklı fikirler ve ayrıntılar eşliğinde pek çok yazısını okudum ama her seferinde içerdiği o özgün fikir kadar onu kelimelere yediriş biçimine de ayrı bir hayranlık besledik..
Taaa ki kendi blogumu yazasıya kadar.!
Canımı sıkmaya başladı sonra. Ben kendi çapımda yazıp çizen bir adamım ki blog yazma özgürlüğünü sonuna kadar kullanıyorum. Kelimeler özensiz seçilmiş olur ya da onlarca imla hatası filan.. Giriş-gelişme-sonuç genelde ütopik kavramlardır burada. Herkes olağan karşılardı ama sonra eleştiriler yükseldi, nasıl olmasın ki ? Bir Noat'ı okuyor adam sonra benim yazılara dadanıyor.. "olmamış bu, şurada şu eksik". Onu okuyanlar lütfen beni okumasınlar dedimse de dinletemedim kendimi. "Başka Bundesliga yazan yok abi git başka lig yaz sen o zaman" dediler..
Canımı sıktı. Gittim mail attım " ..arkadaşım biraz daha özensiz yazar mısın lütfen postlarını.. biz de insanız yaaa burada blog yazmaya çalışıyoruz.. İnsan bencil olmamalı bu kadar ve diğerlerini de düşünmelidir biraz " diye eleştirel bir yaklaşımdı.
"Tamam abi bakarız " dedi ama elinden başka türlüsü gelmiyor zira o Noat Samisa.. Aklınızda en ufak bir ama bıraktırmadan konusunu işler. Sonuna kadar gider ve siz onu okur iken para vermediğiniz için hırsızlık yapıyor duygusuna dahi kapılırsınız.. İşte bu adamla biraz muhabbet ettik...
-Noat abi Burcun nedir senin ? Başak burcu musun sen ? Bu mükemelliyetçiliğin nereden geliyor ?
Başak değil, yengeç burcuyum. Burcuma ve kişiliğime yansımasına dair bundan fazlasını da bilmiyorum, zaten mükemmeliyetçiden ziyade ayrıntıcı desek daha iyi. Odama girseniz mesela, mükemmellikten eser bulamazsınız. Çok parçalı ve dağınıktır.
Yahu yazı mı yazıyorsun ansiklopedi mi bilemiyorum. Bir virgül unut, bir şey açıklanmasın bir nokta eksik kalsın.. yok.! Senden sonra aynı adam beni de okuyor, hiç onun yaşayacağı gel-gitleri, depresyonu düşünmüyor musun ?
Noktalama işaretleri bir nevi refleks olmuş artık, ta okul gazetesi günlerinden kalma. İnternet bu açıdan çok özgür olsa da mevcut görüntü için ek bir çaba sarfetmiyorum. Yazdıklarım da kendi notlarımın toparlanması şeklinde oluyor. Yani okuyan adamın aklına takılan soruyu ben zaten kendime sormuş oluyorum. Okuyan adam da talep eden olduğuna göre bir seçim yapıyordur, kimsenin depresyona girdiğini sanmam.
Kadınlar ? Orada da mükemmel'i arar mısın yoksa bir şekilde kalbini çalana mükemmel mi dersin ?
Dediğim gibi, mükemmelliyetçilik yok. Bir şekilde rayına gireni ya da yolunda gideni kabullenmeyi tercih ederim. Bunun ilk adımı da herhangi bir şey olabilir, parçalar birleştikçe belki birbirimizi mükemmelleştiririz diye umuyorum.
Kurallarına sıkı sıkıya bağlı bir karakter görüyorum buradan ve şunu da merak ediyorum: Aşk bunu ne kadar bozabilmiştir ? Aşık olduğunda verdiğin en büyük taviz nedir ? Ya da var mı böyle bir şey ?
Gözlem ne kadar doğru bilmiyorum ama belki şu olabilir, kendi iyiliği için birinden vazgeçtiğim olmuştu.
Ne dinlersin demiyorum neyi dinledin o tutkuyla bir kadına bağlı olduğun dönemde ? Hangi şarkı o tutkulu günlerinde seni çok fazla kendisine çekti ?
Moğollar'dan Yolum Seninle. Her zaman dinlerken özel şeyler hissetmişimdir.
Beraber olacağın insanın futbola olan ilgisi senin için bir kriter midir ? Böyle tutkuyla bağlı olduğumuz bir meşgalenin bize hissettirecekleri tüm o duygulanımlarından uzakta yaşayan bir insan ile gerçekte ne kadar ilişebiliriz ?
Değildir, hatta pek ilgili olmasa daha iyi. Futbol ortak noktası sayesinde tanıştığım biriyle ortak futbol kafasını bulmak epey zor oluyor, denedim ve vazgeçtim. Belki kendisinin de benzer bir takıntısı olursa durumu kanıksıyor ve bir ihtimal uzun süre birlikte ve uyumlu kalmak mümkün olabiliyor diye düşünüyorum.
Bir denge olduğunu düşünürsek onca güzelliği n olduğu yerde futbolun hayatına olumsuz etkileri nelerdir ?
Mutlaka bir şeyleri kaçırıyoruz, orası kesin. Bazen anlamsızlaştığı da oluyor, ama bu bir keyif. En başından alırsak da bu bir seçim.
Ben Bundesligayı en iyisi olduğu için değil; gelmişini geçmişine az çok hakim olmamdan dolayı en çok keyif aldığım lig olduğu için izliyorum. Senin Ada Futboluna olan düşkünlüğünün nedeni nedir ? En iyisi olduğunu düşündüğün için bilinçli bir seçim mi yoksa nedir ?
Lisedeyken interneti kullanmak benim için çok kolaydı. İngilizce öğrenimine yardımcı olsun diye arada BBC okuyordum, fakat ister istemez gözler football sekmesine kayıyordu. Bu okumaları bir çıkış noktası sayarım, ligin arka planını okumak maçlar için ayrı bir heyecan kaynağı oluyordu. Yıllar geçtikçe bu okumaların yoğunluğu ve yayınlanan maçların sayısı arttı, sonra kitaplar, tanıştığım bazı özel insanlar ile merak katlandı. Biraz da harala-gürele futbolu seviyorum hani, bunun da etkisini gözardı edemem.
Ayırmak çok zor biliyorum ama bugün Premiere Ligin içerisinde en beğendiğin teknik adam ile seyretmesi en keyifli futbolcu ? Birden fazla olursa sorun olmaz.. Aynı şekilde daha çok gözünün önünde olmasını istediğin başka liglerden oyuncu-teknik adam ? Ben seviniyorum Bundesligaya bir yıldız geldiğinde çünkü maçlar çakışıyor vakit yok ve daha fazla seyredebileceğim için..
Alex Ferguson'u ve Arsene Wenger'i artık tarih kutsadı, bu ikisini sadece adlarını anarak geçiyorum. Geri kalanlardan David Moyes benim bir numaramdır. Futbolcu olarak ise isim çok, ama birini seçmek gerekirse bu adam Fernando Torres'tir; formda hali tabii, şimdiki değil. Sıradışı adamlardan Joey Barton ve Scott Parker'ı da ayrıca eklemek isterim. Diğer liglerden Andre Villas-Boas'ı, Unai Emery'i, Stale Solbakken'i ve Ralf Rangnick'i ayırıyorum, keza diğer genç Alman Hoca'lar da Premier League'e gelsin isterim. Bir de Marcelo Bielsa ve Arrigo Sacchi bir proje üzerine geri dönerlerse hiç fena olmaz.
Maddi imkanlarının yanı sıra koşulları da gözeterek Türk takımlarına oradan önerebileceğin futbolcular kimlerdir ? Misal Almeida ve Simao değil de oradan kimleri alabilirdi Beşiktaş ? Culio değil de GS'a kim gelebilirdi gibi..
Pek göz önünde olmayanlardan seçenek çok, ama kelepirlerden bahsetsem daha iyi. Santrafor olarak Santa Cruz uygundu, tabii illa ki bir santraforun alınacağını varsayıyorum. Simon Davies ve Clint Dempsey de şartlar uyuştuğunda Türkiye'ye geleceğini düşündüğüm özel oyunculardır. Niko Krancjar geçen yıldan beri çok uygun bir seçenek, biraz mesaiyle olabilirdi sanki. Scott Parker'ın hep daha fazlasını hakettiğine inanmışımdır, cazip bir teklif aklını çelebilirdi.
İnönü'de beraber seninle maç seyrettik ve orada biraz İbrahim Üzülmez'e haksızlık yaptığını düşündüm dürüst olmak gerekirse.. Beşiktaş'ın içerisinde özel bir yeri hak etmiyor mu ve son dönemde oynadığı futbol yeterince iyi değil midir ?
İbrahim Üzülmez'in jübilesinde ağlayabilirim, o derece özel bir adamdır. Şifo Mehmet'ten sonra (belki bir de İlhan Mansız) Beşiktaş'ın yegane bayrak adamıdır. Fakat konuyu biraz rasyonel ele aldığımızda İbrahim'in uzunca bir süredir hakettiğinden fazla değer gördüğünü düşünüyorum. Çalışkanlığı ve hırsı her genç futbolcuya rol model olmalı, lakin oyunu çokça yetersiz kalmıştır. Hala yaşıyla tezat oluşturan ağır işler yapabilse de geçen zamanda çok maç bilirim ki Üzülmez'in hatalarıyla kaybedilmiştir. Ama pozitif ayrımcılık bunları gözden uzak tuttu, aynısı Toraman için de geçerli. Bu oyuncular savaşıyor ve savaş terimleriyle onurlandırılıyorlar. Evet, bu tip oyuncular gerekli, ben de seviyorum ama futbol oynamak savaşmak değil.
Başkan olsan Aykut Kocaman'a ne kadar süre verirdin ? İzlediğin kadarıyla gelecek açısından umut veren bir teknik adam mıdır ?
Ortam açısından değerlendirirsek en az 1 yıl verirdim, ki bu zamanı Aziz Yıldırım da verecek gibi görünüyor. Sonucunda şampiyonluk beklemezdim, zira eldeki takım zamanla daha fazlasını yapabilir. Aykut Hoca'nın elinde nitelikli ve atletik bir kadro var, futbola dair fikirleri gerçekten özel; ama maçlara baktığımızda ve muadilleriyle karşılaştırdığımızda ilk devre itibariyle uygulamada apaçık sorunlar, gariplikler var. Bunları sezon sonunda bir kez daha değerlendirmek lazım. Gerçi ortada beklenen başarı yokken mevcut durumu ele alan kişi başkan oldukça Galatasaray'vari durumlar oluşabiliyor. Yine de Aykut Kocaman'ın yetkilerinin fazlalılığı bir bakıma sürecin devamını da kendi insiyatifine bırakması açısından umut verici. Yerli antrenörlerin bir şeyler başarma ihtimalini önemsemek lazım.
Ben Hagi'nin Feldkamp gibi eski model bir teknik adam olduğunu düşünür iken Türkiye Süper Ligine de uygun olduğunu düşünyorum en az Alex'in Fenerbahçe'yi futbolcu Hagi'nin de o dönemki GS'ı tamamladığı gibi.. Bu koşulların kendisine ait Avrupa'dan farklı bir doğrusu olduğu gerçeği yok mudur ? Futbol tarihimiz de ülkenin siyasal tarihine benziyor bir bakıma.. Üstten hazırlıksız bir şekilde belirlenmiş Batı'nın iyi'lerini yerleştirmeye çabalıyoruz gibi.. Bir yanlış yok mudur burada ? Ne düşünürsün bu konu hakkında ?
Avrupa'nın da kendi içinde farklılıkları var, ülkemizdeki futbol üzerine birtakım karşılaştırmalar yaparken sanki bunu gözden kaçırıyoruz. Aralarında yalnızca Kuzey Denizi'nin dar bir bölümü bulunan İngiltere ve Hollanda çok iyi örnektir mesela. 74'e kadar DK'larda esamesi okunmayan Hollanda birden dünyayı değiştirmiştir, futbolun ana vatanı İngiltere ise 66'dan önce ve sonra her turnuvaya favori çıkıp, hepsinde aynı şekilde kaybediyor. Ya da Heysel öncesi İngiliz takımları her açıdan en başarılı iken birden her şeyin değişmesi ve sonradan bir kez daha değişmesi gibi pek çok örnek verilebilir. Önce şunları belirlememiz gerektiğini düşünüyorum: Biz, kimin dengiyiz? Birilerini örnek alacaksak, bu kim olabilir?
Bunun ülkenin dünya siyasetindeki yeriyle de futbola harcanan parayla da insanların spor yapmalarının kolaylığıyla da, her şeyle alakası var ve bu çözümlemeler sonucunda mutlaka ortaya bir şeyler çıkacaktır. Yoksa futbol konusunda da erken Cumhuriyet dönemi ve sonrasındaki Batı'cı Aydın tipolojisinden öteye gidemiyoruz. Hem fikir, hem de uygulama olarak eğretiyiz. Sadece idareciler değil, hepimiz. Geçen 30 yılda futbol üzerinden önemli bir aşama kaydedilse de bu yanlışların futbol üzerinden doğrulanması artık mümkün değil. Futbolun tabanına indikçe, orada olan-biteni gördükçe bunu kanıksıyorsunuz. Fakat şartları iyileştirmek mümkün.
Yöneticileri ve ortamın sakilliğini bir kenarda bekletirsek, bu ligin iyi ya da kötü bir karakteri var. Bunu reddederek kısa zamanda bir değişim yaratamazsınız. Bu mümkün değil, bunu hedef koymak da hayal tacirliği. Varolan üzerinden farklılık yaratmanız lazım ki, bunu yaparken kullanacağınız oyuncular o lanetlediğiniz futbol ortamının mahsulleri. Herkes çaba sarfetmek, özveri göstermek zorunda.
Diyalektiğin içeriğinde bir dal kıpırtısının o büyük değişimin nedeni olabileceği üzerine.. Yaptığımız en küçük eylemin dahi o büyük değişimin içerisinde olabilme ihtimali gibi.. Bu yüzden kaç kişi okuduğuna bakmaksızın yazıp duruyorum ben. Don Kişot gibiyim bazen. Yazarak her şeyi kökünden değiştirme isteği değil ihtimali olması benim motivasyonumdur. Sen neden blog yazıyorsun ? Etkisinin ne olduğunu düşünüyorsun ?
Başlarda her şey farklıydı elbette, ama şimdi bu sorunun sayısız açılımı olabilir. Ben kendim için yazıyordum, artık daha bi' kendim için yazıyorum. Okunmak elbette önemlidir, fakat bir noktadan sonra toplama mutlaka bakıyorsunuz ve kazanımların hit'lerden çok daha değerli olduğunu görüyorsunuz. Başkalarından çok kendimin yazma sürecinde bir şeyler kazandığını görüyorum. Ya da tam tersi, çok okunanın eleştirisi bir noktadan sonra ''aslında x takım daha iyiydi'' şeklinde tezahür eden kazananı yerme ya da popülere yönelik karşıtlık olabiliyor. Her ikisi de bana göre anlamsız. Yazılan yazı bir nevi izlenen maçların, yapılan okumaların damıtılmış hali oluyor ve ben bundan keyif alıyorum. Anı, kaynak niteliği de var. Benzer fikriyata sahip insanlarla tanışmış olmak da kaymağı, hepimize afiyet olsun.
Hepimiz en az 40 tane blog okuyoruz. Sıralama yap demek istemiyorum ama bu işe biraz daha fazla emek harcayanları motive etmek için güzel bulduğun bir kaç blogu sıralar mısın ? Bazılarının keşfedilmeye ya da senin ilgine ihtiyacı var (Borges, Aceto Balsamico, Ekşibeşiktaş, FD,Tardini, Lambuja,PCLion gibileri dışarıda bırakarak lütfen)
Uzun Paslar Blog sivriliyor, kimsenin yapmadığını yaptığını düşünüyorum. Mutlaka bunu kendisi de biliyordur. Klasik Futbol'da keza görmezden gelinemeyecek önemli bir emek var. Beşiktaş içinse mutlaka Cartalete.
Aynı şekilde Blog'larda okuduğun ve senin için çok önemli bir post var mıdır akılda kalan ?
Euro 2008 zamanındaki pek çok postun şevk ve heyecan açısından çok etkisi olmuştur. Okuduklarıma dair hafızam çok iyi değildir, ana fikrini hatırladığım çok yazı var ama başlıkları hatırlayamadığımdan şu an hiçbirini anamıyorum. Sahipleri kusura bakmayınız.
Bu sorular klişe olsa da yazarların tanıtımı açısından oldukça önemlidir. Bize iki tane yerli ve yabancı olmak üzere futbol kitabı önerir misin ?
Futbolun Bukalemunları yakın zamanda çıkan özel bir kitap. Kazım Kazım gibiler üzerine yazılmış önemli bir kaynak, muazzam bir emek. Fatih Uraz'ın Kaleciyi Vurun'u çok iyi bir anı kitabı. Yabancı kitaplardan ise ülkemizde çokça klişeler üzerinden konuşulan iki konuya ilişkin kitapları önermek isterim. İlki Brilliant Orange, Hollanda futbolu üzerine. Diğeri ise Morbo, El Clasico üzerine yazılmış özel bir eser. Eksantrik futbol dininin kutsal kitabı Inverting the Pyramid ayrı tabii.
Biz Bundesliga üzerine yazıyoruz ve haliyle biraz buraya yönelik.. Belki uzaksın buraya ama yine de hangi takım sana buradan sempatik gözüküyor ?
Bu sezon Dortmund elbette, her şeyi yıkarak geliyorlar. Sezonun geri kalanında en fazla on Bundesliga maçını bir saatten fazla izlemişimdir, ama heyecan verici olduklarını görmek için özetler de yetebiliyor. Sezon başı için ise Mainz, senden de okumuştuk. Pres güçleri zayıflamadan evvel muhteşemdiler. İlham vericiydiler.
Gurbetçilerinin çok ciddi bir potansiyeli var ama bir açıdan da benim bu konuda 'doğru nedir' diye düşündüğüm farklı bir sorun ortaya çıkıyor. İleride hak edene göre değerlendirme yapıldığında ilkonbir oyuncusunun on tanesinin Bundesliga veya diğer liglerin gurbetçilerinden oluşursa bir adaletsizlik olmaz mı ? Başarı için bu gerekiyorsa yapılmalı mıdır ? Onların iki tane milli takımı seçme şansı var iken buradakilerin sadece bir tane.. Bir yerde Dünya Kupasını kaldırsa dahi bu gurbetçilerden oluşmuş milli takım, temsil sorunu yok mu yine de ?
Ben Avrupa'daki Türkiye pasaportu sahibi her oyuncunun takip edilmesi taraftarıyım, bu konuda geçmişte çok ciddi bir eksiklik vardı. Şimdi bu sorun büyük ölçüde giderildi, Hiddink bizzat ilgileniyor. Fakat bahsettiğin gibi, ''milli takım'' dediğimiz şey halen Dünya Savaşları öncesi ve Soğuk Savaş günlerinden kalan ''bir milletin güç gösterisi'' midir? Radikal biçimde kan bağı mıdır, nedir bunun anlamı; hele ki dünya bu kadar iç içe geçmişken. Ben tüm bu tartışma başlıklarında yerellik taraftarıyım. Bu her konuda böyle, futbol ve taraftarlık da dahil. Bana dokunan bir şey olmadıktan sonra tutku ya da peşinden gitme durumu bana anlamlı gelmiyor. Gurbetçi futbolculara dokunan şeyler mutlaka var, ama bunun önemi nedir? Bu kısmı epey muğlak ve göreceli. Empati kurduğumda seçimimin Mesut gibi olacağını düşünüyorum, ama mesela iyi bir santrafor olsaydım belki de sırf bu sebepten Türkiye'yi tercih edebilirdim. Seçimler bu şekilde olursa kimileri elden kaçacak, ama bazı piyangolar da bize vuracaktır. İlgilenilen oyuncu mutlaka eksiği fazlayı tartıp, kararını verir. Önemli olan şu ki, gurbetçilerle bu denli yakında ilgilenirken bir yandan da ülkemizdeki futbolcuların koşullarını iyileştirme çabası olmalı. Aksi halde katılıyorum. Eşitsizlik oluşur ve salt bireyci yaklaşımla ''en iyi olan oynar'' konumuna geliriz ki, bu fikir genele yönelik bir kabul olduğu anda yıkımdır, kabul edilemez.
Ben Bundesligaya bakıp kimi doğruların burada da olmasını istedim. Şans o ya; bir kaçı gerçekleşti. Her takımın maçlarının canlı yayımlanması, kısmen sportif direktör kavramının daha çok cümlelerin içerisinde yer alması v.s. Premiere Lige bakıp da burada eksik gördüğün acil futbol doğrusu nedir ? Futbola ait herhangi bir doğru ?
Bu soru birkaç yıl evvel sorulmuş olsa çok sayıda doğrudan bahsedebilirdim, ama Premier League'in örnek alınacak vasıfları gitgide erozyona uğruyor. Yine de en iyi ve en acil olanı zeminler olabilir. Gerekirse federasyon kendisi uzman ithal etmeli ve bizim kulüplere yaptırım uygulanmalı.
Bu doğruların daha hızlı bir şekilde eyleme dökülmesi açısından çok okunan bir gazetenin içerisinde köşen olmasını ister misin ? Bir kaç teklifin olduğunu ve buna hazır olmadığını duyduk senin;) Olmaz olmaz da olur da büyük gazeteler sana teklif getirse ne dersin ?
Konuyu doğruların hızlı şekilde eyleme dökülmesi şeklinde ele alırsak, bunun gazeteler ya da basın üzerinden gerçekleşeceğini sanmıyorum. Benim yazdıklarımın daha çok kişi tarafından okunması kısa ve orta vadede pek bir şeye etki edeceğini sanmıyorum, bu yüzden geri çevirdiğim teklifler olduğu doğru. Mecralarına layık görenlere teşekkür ediyorum, ama blog yazarken ''yazdıklarımı daha fazla insan okusun'' fikrini en öne koymuyorum.
Bir kere Türkiye'de ana akım futbol tartışmaları, yazını normatif ve ben bunu şiddetle reddediyorum. ''Böyle olması gerekir ya da Batı'da böyle'' minvalinden fikirleri ve yazıları anlamsız buluyorum. Olan-bitenin gerçeği nedir, buna dair habercilik mahsulü bilgi ve içine yazarın birikiminin girdiği köşe yazılarını okumaktan hoşlanıyorum. Habercilik ise bambaşka, o bir meslek. Böyle bir şey olursa ancak amaca yönelik olur ve bunun ulviyetinden söz edebiliriz. Diğer yandan ben blog yazıyorum, bunu keyfim için yapıyorum ve hayatımın geri kalanında uğraşlarım var. Her blog yazarının sanki terfi beklercesine medyada yer almayı istediği savı benim açımdan doğru değil, medyanın bu bakış açısıyla bize yaklaşımı çok rahatsız edici. Özellikle büyük kuruluşların bakışı tamamen sömürü üzerine. Benim futbol üzerinden kendimi gerçekleştirmem ve başkalarını etkilemem mümkün olacaksa bu belki bir gün FIFA hakemi ya da Mourinho, Sacchi değilse bile sıradan bir takımın yardımcı antrenörü ya da ekip içindeki biri olduğumda olabilir. Uzun vadede elbette. Ha, eğer bugün kendisi ya da kurumu için bedeli karşılığında yazmamı isteyen olursa da bunu reddedecek değilim.
Okuduğun yazarlar blogunun köşesinde var zaten. Birisini ayır onlardan.. Bu adam çok başka, tam da benim için yazıyor sanki dediğin var mı ?
Kesinlikle Jonathan Wilson. Kendisiyle mürşit-mürid ilişkimiz var, ben de bundan çok hoşnutum. Yerlilerden de Rıdvan Dilmen önemli bir boşluğu dolduruyor, artılarıyla ve eksileriyle.
Futbol dışı yazarlar ? Alper Canıgüz'ü keşfettim sayende.. Güzel ama dürüst olmak gerekirse henüz muhteşem kitabını yazmamış bir yazar gibi duruyor Alper Kamu'ya rağmen.. Türkler'e de ayrı bir paragraf açarak kimleri okuduğunda kıskandın ?
Ben de kendisi için ''çağdaşları arasında sivrilen özel biri'' demiştim, eminim ki çok daha iyilerini yazacaktır. Sait Faik'i ve Oğuz Atay'ı çok kıskanırım, onlar gibi anlatabilmek isterdim.
Çok iyi yazdığı için değil ya da çok değerli olduğu için de değil ama Tutunamayanlar ben de Borges gibi kırılma noktasına neden olmuştur. Dostoyevski'lerle beraber birleştirdiğimde beni değiştirmiştir. Kendime karşı daha dürüst yaklaşmama neden olmuşlardır. İnsanın kendi kendisiyle de dürüst bir şekilde hesaplaşabileceğini göstermiş ve etkisi çok fazla olmuştur. Hangi yazar ya da onun bir eseri büyük çaplı değişim geçirmene neden olmuştur ?
Çok kişiye garip gelse de Hemingway'in İhtiyar Balıkçı ve Deniz'i vaktiyle zihnimde travmalara yol açmıştı. Bir de George Orwell'ın 1984'ünü okuyup 30 sayfalık bir distopya yazmışlığım vardır. Gerçi hikayenin en sonunda T.C. Devlet Başkanı kendisini Anıtkabir'de yakarak intihar ediyordu ama, beni sadece roman okumaktan vazgeçirmesi adına önemli sayırım.
Vaktimiz daralıyor ve ben hemen Kore'ye geçmek istiyorum. Asya sinemasına ilgini başlarda anlayabiliyordum ve aslında Kim ki Duk hayranı olarak olağan da karşılıyordum lakin sen bu Kore'nin güneyinde yer alan ülkenin sinemasına değil futbolundan diline kadar ayrı bir ilgi ile yaklaşıyorsun. Bütün halinde Kore vatandaşlığını hak edecek kadar ilgi alaka mevcut. Nedir temeli ve nasıl başladı çok merak ediyorum..
Ben de bunu kendime sorduğumda kesin bir milat belirleyemiyorum. Galiba 2002 Dünya Kupası demek en iyisi. Bunun sonradan ağırlıkla sinema ve televizyon üzerinden bir gelişimi oldu. Ortada tarih boyunca eşsiz dramlar yaşayan izole bir halk var ve içerisinde bulundukları, anlattıkları her hikaye çok ilgi çekici. Bir ucunu tutunca ister istemez sonuna kadar gidiyorsunuz.
Asya sinemasından olmamak kaydıyla en beğendiğin film nedir abi ? Birden fazla da olabilir.. Klişe soru ama merak ediyorum, kusura bakmayasın sorular için.
Asya Sineması'ndan olmasın diyorsan geriye hayatım boyunca izlediğim filmlerin anca kırkta biri kalıyor. :) Belki Prestige'in adını verebilirim. Bir de sıradışılığıyla Los Cronocrimes.
Bir gün St.Pauli'nin sportif direktörü olarak uyandım. Başkan da Flying Dutchman. Uğur genç takımın başında.. Seni ve Tardini Büfe'yi de Türkiyeden teknik adam olarak getiriyorum. Alper Öcal'da klubün şirketinin müdürü.. Aceto Balsamico da sonradan gelip parasıyla klubün hisselerinin yüzde ellibirini alan milyarder oluyor.. Bu nasıl rüya demeden önce bu takım sence iş yapar mı abi ?
Adı geçenler Euro 2008 zamanında sayıları 10'u geçmeyen blog camiasının ilk elemanları olduğundan ''St. Pauli'de kolej havası'' manşetleriyle işe başlarız. Her akşam yemek, sohbet, muhabbet derken başlarda herkes işine iştiyakla sarılır. Uğur'un ''X isimli genç topçu süper, A takıma çıkartıp oynatın'' sözleri sürekli kulak arkası edileceğinden önce teknik ekibin üstüyle altı arasında soğukluk başlar. Sonra Tardini'yle benim aramda mağlup durumda olduğumuz bir maçın devre arasında yapılacak hamleye ilişkin tartışma patlak verir, zaten takım oynadığı altı hazırlık maçını kaybetmiş, ilk üç lig maçında da sıfır çekmiştir. Patron bizim hatrımıza bir süredir tribün tepkisini sineye çekiyordur. Alper Öcal'ın dayanamayıp soyunma odasını basmasıyla işler karışır. FD ise o sıralar çoktan masasını toplamış, evindeki bilgisayarın başında çöküş hikayesini Bild için yazıyordur zaten. Sonunda St. Pauli tribünleri sahaya iner. Hepimiz bir arabaya doluşup Almanya'nın kuzeyinden yıldırım hızıyla kaçıp senin eski muhite sığınırız. :)
Son olarak.. Ben misal senin yazdığın bloga henüz blog yazmaz iken ve Eduardo Arsenal'da oynadığı zamanlarda Eduardo ile ilgili bir yorum bırakmıştım.. Böyle tanışmıştık. BorgesBlog ile olan ilk temasını hatırlıyor musun ?
Gerçekten hatırlamıyorum. Muhtemelen karşıt fikirde olduğum bir konudur ama, bunu tahmin edebiliyorum.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
12 yorum:
Birlikte futbol maçı izleyip sohbet etmek istediğim ender adamlardan biridir Noat Samisa.
Bir karşıt görüşte ben sunayım ona, belki bizim de tanışma şansımız olur, Barça 3 - 4 - 3 oynadı yazmıştı Zaragoza maçından sonra;
http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/12/barca-rubin-uclu-savunma-pas-says.html
http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/10/3-3-3-1.html
Nefis olmuş :) Noat gibi yazan gerçekten zor bulunur, evet Ali Eren de belki buna dahil edilebilir ama Ali Eren biraz Barça gözlüğü dışından bakmalı :)
valla çok beğenerek okudum ve umarım Noat Samisa; bir gün hakikaten o teknik direktörlük koltuğunda oturursun. "Söylesene hoca bu takım niye oynamıyor?" diye bloga yorum yazarız :)
roportajin en ilginc yeri bence utopya kismiydi...
bir an once gorelim onu :)
Ata, Ali ismini severim ama Ahmet yahu noktadan önceki A'nın açılımı. :)
Barça gözlüğünü çıkarırsam kendim olamam, absürd bir şey oluşur, benim bile sevemeyeceğim. :)
Guzel insanlarin guzel laflamasi keyifle okunur tabii.
Kafamda uzun vadeli bir raki masasi projesi var, daha da heves ettim bak simdi :)
Shelbyl: İlk fırsatta usta.. Elbet bir gün;)
Kısaca FD, ütopyayı kaybetmiş adam, öyle demişti bana. Ben de istemiştim.
Salih'in en takdir ettiğim yönü kafasında biriktirdiği argümanlarla sonuca gidebilmesi ve bunları bütün içinde yazıya aktarabilmesidir. Planlayabiliyor yazısını. Benim beceremeyeceğim bir şeydir bu misal, ben yazarken unuturum ya da yazarken başka bir şeyi hatırlarım. Bir de düşünmek için başka birinin onu tetiklemesine ihtiyaç duymaz. Özgür fikri zaten mevcuttur adamın, söylediğinin seni düşünürdürüyor olması esas saygı uyandıran yönüdür.
Bana da dokundurmaktan geri kalmamış gerçi, gençler oynayacak ulan! :) Sistemi değiştirmeyi düşlemek her zaman boş hayal değildir, Salih'in en önemli eksisi mevcut halin bir rasyonaliteden ileri geliyor diye düşünmesi. Bu rasyonellik farklı bir fikir getirildiğinde çok çabuk kırılabiliyor ve Türkiye futbolu henüz sağlam temellere oturmuş durumda değil deyip sana laflar hazırladım bölümünü tamamlayayım. :))
Orhan başkan, soruların orjinalliği çok keyif verdi, eline sağlık. Ne olacak bu Beşiktaş'ın hali demekten öteye geçmişsin, harika olmuş...
pclion: Güzel bir Noat analizi diyelim;)
Teşekkürler her iki tarafa da. Güzel olmuş, keyifle okudum.
A. Eren Logoglu,
Sınavlar sebebiyle geç yanıt verebildiğim gibi tartışmayı da bir süre sonra yapmak isterim. Gerçi çok farklı düşünmüyoruz söz konusu meselede, ama bir iki nokta üzerinde mutlaka dururuz, söz olsun.
Ata İsmet Özçelik,
Teşekkürler abi.
Gökhan,
İyi dilekleriniz için teşekkürler.
''Söylesene hoca bu takım niye oynamıyor?'' tezahüratı benim için çok özeldir, bence şimdiden Türkiye tribün efsanelerinden biri olmuştur. Umarım kovmadan önce yöneticiler ve taraftar bunu söyler. :)
FD,
Ütopya kayıp. Eski pc'nin harddisklerinden birinde olma ihtimali var, ama o da açılışta hata veriyordu. Veri kurtarmaya ihtiyacı var, kurtulur mu bilmem.
Shelbyl,
Sen bizim topraklara gel, rakısı kolay. :)
Pclion,
Genç oyuncular konusunda evet. Eğrinin doğruya denk geldiğini düşünüyorum. Futbol için de böyle. ''Futbol 70'lerde iyiydi, sonra bozuldu'' gibi fikirleri de kabul etmiyorum. Bir gelişim, bir değişim var ve hepsi birbirinin parçası, katalizörü.
Oğuz Öztürk,
Teşekkürler.
Tabii Borges'e de teşekkürler. :)
Ben de Borges'e ve Noat'a çok teşekkür ederim böyle bir röportaj için. Çok güzel gerçekten...
Yorum Gönder