Bu işin piri Uli Hoeness 28 yaşında bu göreve atanmıştı.
Ülkemizde son dönem
fazlasıyla tartışılan bir kavram oldu. Hakkında yorum yapanların görev tanımlaması konusunda net ifadeler
kullanamıyor, ortada bir kaos var.
Sportif direktör Başkan ve Yönetim Kurulu Üyeleri tarafından futbol takımını yönetmesi için görevlendirdiği atanmış profesyoneldir. İşinin büyük bir kısmı takımın sahip olduğu futbolcu kadrosu ve teknik direktörler ile olduğu için sıklıkla eski futbolculardan oluşur. Avrupa Kulüpleri’nde yöneticilerin futbola
olan uzaklıkları göz önünde bulundurularak bu alanı organize etmesi için memur atarlar.Teknik direktör ve oyuncularla yönetim arasındaki tampon bölgeyi oluştururlar. Takımın nerede kamp yapması gerektiğinden tutun da oyuncuların
maaşlarına ve sözleşmelerine kadar olan bütün bu karmaşık işlerin yanı sıra
takımı yönetmesi gereken teknik direktörü de belirleme işinde önemli rol oynar.
Belki de en önemlisi kulübün futbol alanında uzun vadede yapacağı bütün
planların kurucusu ve işleticisi olmasıdır. Profesyonelleşme ya da son dönemin
moda deyimiyle kurumsallaşma yönünde atılması gereken birinci adım olmasına
rağmen Galatasaray kulübünde böyle bir yapı yoktur ve fakat kurulma aşamasında olduğu dile getiriliyor. Öncelikle sportif direktör kavramının işlerlik kazanması için nasıl bir yapı kurulması gerektiğinden başlayalım. Dünyanın tartışmasız en profesyonece yönetilen kulubü olan Bayern München'e bakmakta yarar var.
Bayern Münih Başkanı ve Yönetim Kurulu Üyeleri. İsimlere bakar mısınız? Audi, Telekom, Porsche gibi üst düzey şirketlerin yönetim kurulu başkanlarından oluşuyor. Mehmet Ali Aydınlar'ın listesiyle yarışır. İşin doğrusu bu isimler en üst merci olmasına rağmen yönetim değil "denetim" kuruludur. Buradaki kodaman abiler "maaş alan profesyonellerden oluşan bir yönetim kurulu" oluştururlar. Aslında yaptıkları tek iş bu oluşturdukları yönetim kurulunun denetlemektir. Başarılı olunmadığı takdirde gerekirse görevine son verirler. Galatasaray'da olduğu gibi aralarından birisini "basın sözcüsü" seçmezler. O iş sportif direktörün hali hazırda yapmak zorunda olduğu işlerden birisidir. Galatasaray'da olduğu gibi başkan oyuncu ile bire bir ilişki asla kurmaz. Sadece Bayern'de 30 yıl atanmış bir profesyonel olarak sportif direktörlük yapan Uli Hoeness burada istisna oluşturur. Burada yine başkan ve yönetim kurulu üyeleri takımın oyuncusu ile bırakın primeri, sözleşme pazarlığı yetkisine sahip değil. Bayern Münih başkanı Uli Hoeness'in bugün teknik direktörü kovma yetkisinin olmadığını biliyor musunuz? Ancak elbette kovma yetkisi bulunan profesyonellerin(Sammer, Rummenigge v.s.) yönetim kurulu üyelerinin oy çokluğu ile işine son verebilir.
Bu ayrım yine de önemlidir. Peki neden? Çünkü Hoeness eskiden olduğu gibi yönetim kurulunun seçtiği bir "profesyonel" değil kongre üyelerinin oylarıyla seçilmiş başkan. Teknik direktörün değerlendirmesini seçilmiş başkan yapamaz. Her başkanın geçmişinde 30 yıllıkk sportif direktörlük geçmişi yatmaz. Elbette burada Hoeness bir istisna. Devam edelim. Altyapı çalışması içerisinde bulunmaz! Kulubün yönetimi içerisinde aktif rol almaz zira o işler için "tam gün" mesai ile çalışacak profesyonel bir yönetim oluşturulmuştur. Hülasa bu oluşturulan yönetimin icraatlerini seçilmişler sadece denetler, başarısına bakar ve zamanından önce kovmak gibi seçenekleri olduğu gibi zamanı geldiğinde sözleşmesini uzatma hakkına sahiptir. Zamandan da bahsetmek gerekirse teknik direktörün zamanları maçlarla ölçülür. Sportif direktörün ise atadığı birden fazla teknik direktörlerin görev süresiyle.
Ömrü hayatı boyunca futbol oynamamış ve fakat genel kurul tarafından seçilmiş başarılı işadamlarından oluşan denetleme kurulları bir futbol takımının hangi teknik direktör ile çalışması gerektiğinin kararını veremeyeceğinin farkındadır. Oyuncuların bazen teknik direktör zaman zaman şehir, kültür ya da başka başka nedenlerle yaşayacağı sorunlara çare olabilecek deneyime sahip değildir. Bir altyapı organizasyonu içerisinde neyin nasıl olacağını bilmediklerinin farkındadırlar. Takımın nerede kamp yapması gerektiğinden oyuncuların sözleşmesine kadar olan pek çok sorunu çözmesi için araya bir aracı koyarlar. İşte bunun adı sportif direktördür. Bir başka adı "biz bu işten anlamayız ama anlayanı takımın başına getiririz". Ünal Aysal ile eylemleri olmasa da söylemler benzeşiyor.
Seçilmiş yönetim/denetleme kurulu(Adidas, Telekom, Porsch v.s.) ve başkan Bayern Münih'i çeşitli alanlarda yönetmesi için profsyonellerden oluşan yönetim kurulunu oluştururlar. Sadece futbol değil mesele. Mali işlerden sorumlu Karl Hopfner 1983 yılında başvuruda bulunarak içeri girdi. 2012 yılında sağlık sorunları nedeniyle ayrılmak zorunda kalınca Adidas'ların, Telekom'ların olduğu denetleme kuruluna geçiş yaptı. Nihayetinde 29 yıl aralıksız Bayern'in ekonomisini yönetti. Sorun ne biliyor musunuz? Değişen başkanlar, yönetim kurulu üyelerine rağmen başarılı olduğu sürece aynen Uli Hoeness gibi orada kaldı. Karl Heinz Rummenigge önce kodamanların yer aldığı yönetim kuruluna girdi ama daha sonra aktif rol alabilecek birikime sahip olduğu için bugün Bayern Münih'in atanmış profesyonellerden oluşan yönetim kurulunun başkanlığını yapıyor.
Bizde bu iş nasıl oluyor biliyorsunuz. Kongre üyeleri Başkan'ı ve yönetim kurulu üyelerini aynı anda seçiyor. Bu yönetim kurulu üyeleri profesyonelleri atamak yerine kendilerini atıyorlardı iş başına. Efendim sen futbol şubesinin başına geç, rıfkı sen mali işlere bak, Şükrü sen basın sözcüsü ol. Yahu orada profesyonellerin yaptığı işin açıklamasını yönetim kurulu üyesi neden basına anlatsın? Yok.
Bu maaşlı profesyonellerden seçilerek değil seçilmişlerin atamasıyla oluşturulan yönetimin üyelerinden birisi sportif kararlar konusunda yetkin olan sportif direktördür. Profesyonel bir yöneticidir. Geçmişinde Dortmund'da oynayıp teknik direktörlük yapması, Stuttgart'ın başında teknik adam olması önemsiz. İşini iyi yapıyor ve maaş karşılığı profesyonel yönetimin içerisinde bulunuyor. Bayern Münih'in alt yaş kategorilerinden A takımına kadar olan bütün lisanslı futbolcular ve teknik kadrolardan sorumludur. Teknik direktör ise sadece birinci ve ikinci takımdan... Bayern Münih'in transferlerinden oyuncu satışına, teknik direktörü kovmaktan işe almaya kadar her konuda söz sahibidir. Nihayetinde teknik direktörün en büyük yardımcısıdır çünkü zaten başarılı olacağı için işe alan kendisidir. Elbette bugün Bayern'in başkanı 30 yıllık efsane sportif direktör Hoeness olunca büyük kararlar burada alınıyor amma velakin Hoeness döneminde kongre üyeleri sadece sonucu denetler, işe karışamazdı. Beckenbauer bile Hoeness'e karışamaz gerekirse Hoeness sert bir şekilde karşılık verirdi. İlginç olan ne biliyor musunuz? 1994-2009 arası Bayern München başkanlığı yapmış Franz Beckenbauer'e maaşlı "elemanı" olan Hoeness fırça çektiği gibi Ribery kavgasında (2009) "hayır aramadım ve aramayacağım onu" demesidir.
Parasını alamayan oyuncu teknik direktör ile ilişki kurmaz, sorumlusu Sammer'dir. Yeri gelir transfer ettirdiği oyuncunun neden oynamadığının hesabını da sorar ama asla teknik direktörün kadro seçimi ve taktiğine, idman metotuna karışmaz. Onun isteklerini gerçekleştirmekle görevlidir. "Bana Thiago'yu alır mısın" der. Bu isteğin üzerine Sammer Rummenigge ve finans müdürü ile oturup konuşur, uygunsa alınmasına karar verir. Sportif karar sportif direktöre aittir. Ekonomik açıdan Hopfner'a danışmak zorundadır sadece.
İstikrarı Teknik Direktör değil Sportif Direktör Sağlar
2011 yılında SİD’in yaptığı araştırma sonucu 80 üst düzey futbol kulübün 1998-2009 yılları arasında çalıştırdığı antrenörler üzerine yaptığı araştırmaya göre bir teknik adamın kulüplerde ortalama çalışma süresi 1.2 yıl. Gerçek şu ki bir futbol kulübünde istikrardan kasıt uzun süreli teknik direktör anlaşması değildir. Bir teknik direktör sadece 6 maç üst üste kaybetmesi sonucu işinden olacağı gibi aynı zamanda başarılı olması durumunda dahi Bayern Münih-Barceona-Real Madrid ve Manchester United gibi top kulüp olmadığınız sürece o kulüple yolları ayırması kaçınılmazdır.. Galatasaray da olsanız Terim’i Fiorentina’ya kaptırırsınız gibi. Haliyle çeşitli sebeplerden dolayı antrenör bir kulüpte bir yıldan fazla süre alması çok da kolay değilse bu istikrarı nasıl sağlarsınız? Sportif direktör işte bu noktada devreye girer. SID’ın araştırmasına göre CEOya da Sportif direktörlerin ortalama çalışma süresi 5.1 yıldır. Teknik direktörlerin sadece yüzde 9.8’i sözleşmelerinin toplam süresi boyunca çalışırken CEO-Sportif direktörlerin yüzde 64.9’u sözleşme süresini tamamlayabilme başarısını göstermişler. Nihayetinde bir futbol kulübünde istikrar teknik direktör değil sportif direktör eylemleriyle ancak mümkün olur.
bir örnek..
Mainz'ın başında 1991 yılından bu yana Christian Heidel sportif direktör olarak bulunmaktadır. Jürgen Klopp'u oyunculuktan teknik direktörlüğe atayan Heidel aynı zamanda Klopp sonrası başarı ivmesini Thomas Tuchel ile arttırmıştır. Üstelik ikinci ligden birinci lige çıkaran teknik direktör Andersen'i "felsfe uyuşmazlığı nedeniyle başarılı olmasına rağmen kovarken yerine henüz üçüncü ligde dahi takım çalıştırmamış Thomas Tuchel'i getirmiştir. Mainz gelip geçen teknik direktörlere rağmen istikrarını korudu, çıtasını günden güne yükseltti.
Almanya'da Felix Magath hem takımın teknik direktörü ama aynı zamanda da sportif direktörü olan yegane şahıstı. O dönem sıklıkla tek bir insanın hem teknik direktör hem de sportif direktör olup olamayacağı tartışmaya açıldı. Jürgen Klopp şöyle demişti:
"Watzke(CEO) ve Zorc'un (Sportif Direktör) dahil olamayacağı, sadece benim vermem gereken o kadar çok karar var ki bu işlerin bir kısmını Watzke ve Zorc'un devralmasından dolayı ben çok memnunum. Diğer türlü nasıl çalışılır bir fikrim yok ama sanırım ben yapamazdım".
Fatih Terim ve Kurumsallaşma
Bizim memlekette sportif direktör diye bir ayrıntı yoktu. Denetleme kurulu olarak çalışması gereken seçilmiş yöneticiler profesyonel olarak ne gariptir ki kendilerini atıyorlardı. İşadamları oyuncu transfer ediyor, teknik direktörün kim olacağına karar veriyor, kadroyu oluşturuyor ve aslına bakılırsa sürüyle yanlış iş yapıyorlardı. 1996 yılında Fatih Terim Galatasaray'ın başına geldiğinde aslında ilk defa bir futbol kulubünde kurumsallaşma kendiliğinden gerçekleşti. Alman değil de İngiliz modeli. Orada biliyorsunuz menajerlere yönetim kurulu bir bütçe verip işine karışmaz, sonuca bakarlardı. Her türlü sportif karar da takımın aynı zamanda teknik direktörü olan menajerler tarafından verilirdi. Ya da Felix Magath'ın Bundesligada Stuttgart ve Wolfsburg takımlarında yaptığı gibi. Terim'in karizması işadamlarını Almanya'da olduğu gibi sadece "denetleme kurulu" şeklinde çalışmaya doğru itti. Pek çok açıdan eksik olsa da kendisinden önceki döneme göre "daha profesyonel bir yönetimin" oluşmasını sağlamıştır.
Şu kesin ki Terim'in olduğu yerde Alman modeli bir sportif direktörlük kavramını hayata geçirmek mümkün değildi.
Ünal Aysal artık ingilizlerin de yavaş yavaş terk etmeye başadığı bu menajerlik sistemi yerine Almanların başını çektiği sportif direktör modelini uyulamaya geçirmek istemiş olabilir. Lakin bunun olması için futbolu yönetecek olan atanmışlardan oluşan yönetim kurulunu teknik direktörden alımından önce oluşturması gerekiyordu. Şirketin başkanı,mali sorummlusu ve sportif direktör gibi tamamen maaşlı elemanlardan oluşan bir yönetim kurulu. Bu kurulun üyesi olan sportif direktörü teknik adamı belirler. Ancak o zaman futbola dair çeşitli projeller hayata geçirilir ve en önemlisi çeşitli nedenlerden dolayı her iki yılda bir değişen teknik direktör istikrarı bozamaz.
Lakin bunların olması için öncelikle seçilmiş yönetim kurulunun kendisini pasifize edip sadece "denetleme kurulu" olarak arka planda kalması gerekir. Asıl soru bunu başarabilir mi? Kurumsallaşmanın bu ülkede en zor ayağı profesyonelleri atamak değil onlara görev yapacağı alanı sunmaktır. Bizim memlekette istediğin insani istediğin pozisyona getir, bu para babaları geri planda kalmayı başaramazsa hepsi hikaye olur.
5 yorum:
Ben Ünal Aysal'dan çok umutluydum, artık "çok" umutlu olmasam da bende hala kredisi var ancak sanırım artık her konuda olduğu gibi bu konuda da (kurumsallaşmanın başarılması ve sürdürülebilir başarı umudu) azınlıktayım.
analizlerinizi her okuduğumda duyduğum hayranlıktan biliyorum :-) futbol bilgim sizinkinin yanında yok denecek kadar az, yine de bazı gözlemlerimi paylaşmak istiyorum
CM 99'du sanırım ilk çıktığından beri oynuyorum, dile kolay yıllar olmuş. Ben bile bakıyorum mesela 2 sol bekimden biri 32 olmuş, herif pek profesyonel de değil (futbolu bırakınca antrenör olmak isterim falan demeye başlıyor) hemen fakir ingiliz 2. lig takımımın bir iki scoutundan birini yolluyorum bir yerlere sol bek arıyorum bütçeme göre. (altyapı berbat çünkü)
Takımın uzun zamandır Hakan Balta harici bir birincil mevkisi sol bek olan oyuncusu yok. Yabancı konusu sıkıntılı, peki ama hiç değilse orta kalibre bir Türk yedek neden alınmadı veya alınamadı. Alt yapıda işler nasıl yürüyor bilmiyorum ama (bu sol bek konusu her kulüpte sıkıntılı olduğu için) yıllardır bir tane bile yedek kalibresinde oyuncu çıkmadı. (düz mantığım diyorki en azından solak, 90 dk koşmaya yetecek ciğeri olan, hızlı sayılabilecek, sert futbol oynayan bir kazma yetiştirin. (wing back'ten de geçtim defender left) sonra da klopp'un yaptırdığı gibi neleri eksikse hergün 3 saat çalışsın, pozisyon alsın, orta yapsın, pas atsın falan) Bu durumu kurumsallık olsun veya olmasın açıklamanın pek mümkünatı yok gibi. Bu durum bana "hıyarlık" gibi geliyor.
Ha bir de şu var tabii, sen yıllardır bir sol ve(ya) sağ bek (Sabri sonrası) çıkartamamışsan alt yapıdan en azından scout'lara veya defanstan sorumlu antrenöre (böyle bir ayrım varsa) bi sormak lazım: "Biraderlerim siz ne yapıyorsunuz, çalışıyor gözüküyorsunuz ama civan mert delikanlılardık saçımızın kılları ağırdı hala sonuç yok, sorun ne siz misiniz, biz miyiz, nedir, ne yapalım?"
Yine de bu yazdıklarım doğru olmayabilir, futbol konusunda hiç de iddialı değilim.
Maslov bizim topraklarda büyüseydi o piramit (ihtiyaçlar) başka türlü olurdu. Nasıl olurdu onu da söyleyeyim hemen: en üstteki kendini gerçekleştirme basamağının "yerine" bir başka basamak olurdu TTB yani ufo gibi birşey, Tanımlanamayan Türk Basamağı.
Ünal Aysal ilk görev başı yaptığında çok güzel söylemleri oldu. futboldan anlamam ama futboldan anlayan insanları yönetmekten anlarım (bu lafından sonra işte demiştim, harika), beni çok göremeyeceksiniz, ben soyunma odasına inmem, kurumsallık, pek duymayacaksınız beni vb. Sonra n'oldu. Eylemler ile söylemler pek tutmadı, epek gördük, epey duyduk, odaya da iniyormuş falan. Lahana turşusu perhizi!
Allah daha çok versin Ünal Aysal çok zengin bir işadamı. Dünyalığı zaten balya balya halletmiş. E kocaman kulübe başkan olmuş. Şimdi işte burada ben şunu anlayamıyorum, nasıl oluyor da bir insan bunca erk, başarı, haz şu bu sonrası kendini tamamen aynı söylediği, vaat ettiği şekilde davranmaya programlayamıyor. Neden "kendini gerçekleştirme" basamağında olması ihtimali 99% olan bir zat öyle davranmıyor? Hep mi bizim insanda o 1%'lik ihtimal galebe geliyor? bence 5 para bile etmeyen, 50 kuruşa satılan renkli palavrasyon gazetelerde demecinin yayınlanması veya resminin çıkması çok mu matah? bu mudur ruhunun altın vuruşu?
diğer başkanlardan bahsetmeye gerek bile yok bence, onların bu tarz söylemleri dahi yok çünkü.
"... seçilmiş yönetim kurulunun kendisini pasifize edip sadece "denetleme kurulu" olarak arka planda kalması gerekir." tespitinize 100% katılıyorum ve bunun gerçekleşme ihtimalini söylüyorum:
0%, yazıyla yüzde sıfır. (yanılma payımı da 1% olarak belirledim, gerçekleşir de yanılırsam bahtiyar olurum)
“Your HTML cannot be accepted: Must be at most 4,096 characters” uyarısı aldım, yorumumu bölmek zorunda kaldım.
Neden sıfır? bizde "biz" yoktur çünkü. yabancı ortaklı veya tamamen yabancı yönetiminde firmalar hariç ülkenin hiçbir yerinde "herkesin kendi işini yapması" söz konusu değildir. ülkenin çoğu yerinde "iş tanımı" kavramı bile uygulanmamaktadır.
bir vitrin vardır ve görevi vitrinde durmak olanlar hariç herkes o vitrinde gözükebilmek için yırtınır. Artık kimin kime gücü yeterse vitrinde o gözükür. görevi vitrinde durmak olanlar bunun gerekliliklerine göre seçilmiş olabilirler ama ya arkaplanda kalırlar ya da hiç duramazlar. dolayısıyla da vitrinde güzel, uygun ya da genel bir terimle "iyi" olan değil "eğreti duran" gözükür. bu bozulma sırasıyla süreçteki her halkaya sirayet eder. Bizde bir iş yerinde herkes aynı gemide değildir; yani salında fiziksel olarak aynı gemidedirler ama öyle hissetmezler, sanki gemi batıyormuş da herkes farklı filikalardaymış gibi, her bir alt birim yani filikalar birbiriyle çekişir; üstelik de filikadaki insanlar da o filikadaki en iyi yeri elde etmek için ayrıca birbirleriyle çekişirler. Şimdi bunca çekişmeden sonra geriye ancak bir eşek o.uruğu kadar enerji kalır doğal olarak; e o enerjiyle de işin kalitesi hep düşük olmak zorundadır zaten. 1 litrelik kaba damacana dolmaz.
Bir de biz statü manyağıyız malumumuz. 2 seçeneğin var sadece, belediye başkanı mı olmak istersin kaynak ustası mı diye sorun etrafınıza, ezici çoğunluğu belediye başkanı der. Halbuki kaynak ustası dünyanın her yerinde saygın, üçkağıda bulaşmaksızın iyi de para kazanabilecek bir meslekken dünyanın hiçbir yerinde boş belediye başkanlığı pozisyonu var mı, başvuracağım diyemezsiniz. statü manyaklığı deyimlerde bile kabak gibi sırıtır. "hem beş kuruş hem şoför yanı olmaz" deyimi mesela: aslında toplu taşımada en emniyetsiz yerdir şoför yanı. kaza riski hemen öncesinde şoför sağlıklı düşünemez (hannibal değilse) ve refleksif olarak kendi canını korumaya çalışır. yani kendi kanadını korumaya almaya çalışmak için diğer tarafı fedaya refleksif olarak hazırdır. Ama deyimleri mantık değil halk üretiyor.
2 ulu geyik vardır ülkecek yapılan:
soru 1 - futbolumuz neden gelişmiyor? (avrupa ile kıyaslanarak)
soru 1'e cevaben kontra sorum: neden gelişsin, bir sebep söyler misin
soru 2 - ülke neden gelişmiyor? (insanlarının daha mutlu ve müreffeh olduğu yerlerle kıyaslanarak )
soru 2'ye cevaben kontra sorum: neden gelişsin, bir sebep söyler misin
(dipnot: iki soruda da çok fazla insanla tartıştım, tamamında karşı tarafın en azından kafası allak bullak oldu, ben hala aynı yerdeyim maalesef, beni zenginleştiren tek cümle dahi şimdiye duyamadım, okurlardan yorum gelse ne iyi olur ama bu 2 soru da yazarak tartışılabilecek boyutun ötesinde maalesef, forumun yapısı değişir, google hazretleri bile şüphelenir indekslerken, n'oluyor bu foruma, anahtar kelimeler sapıtmış der :)
İÇİ BOŞ BİR MİLLİYETÇİLİKLE YÜKLÜ BAZI OKURLAR VARSA, ONLARI ÜZEN AĞIR İFADELER KULLANMIŞ OLABİLİRİM YUKARIDA, AŞAĞIDA DA SAVUNMAM VAR
yıllar önce defalarca izlediğim Amadeus filminde beni ağlatan pek çok sahne olmuştur ama 2'sini paylaşayım:
(sahneleri 100% hatırlayamıyorum ama neyi hissettirdiğini hala hissedebiliyorum)
“Your HTML cannot be accepted: Must be at most 4,096 characters” uyarısı aldım, yorumumu bölmek zorunda kaldım.
1-) iktidardaki paşazade Amadeus'a hal tavırlarından, söylemlerinden dolayı kızar. Mozart o sıra operası için sanırım, izin istemektedir. Mozart en son çare şunu söyler erk sahibine: "evet ben sivri dilli birisiyim, kabayım ama sizi temin ederim müziğim değildir" der. Müziği aslında mozart'ın ruhudur, niyetidir. Bunu söylerken ki haline dayanamamışımdır.
benim de ağzım bozuktur, kötümserimdir (doğruluğuna yürekten inandığım "iyimserler var olabilecek en iyi dünyada yaşadığımızı düşünürler; kötümserlerse bunun doğru olabileceğinden korkarlar" diye bir laf vardır), öfkeliyimdir, öfkenin güçlü kıldığını, kötümserliğin gelişimin tetikleyicisi olduğunu düşünürüm, son lafı ilk başta söylerim, politika kabızıyımdır, eziğimdir (kalabalıklar içinde yalnız hissetmek ezici bir duygudur), doğrucu davudumdur ama niyetim iyidir, tek isteğim müreffeh mutlu bir toplum olalım, karşılıklı gelişelim.
2-) prens, mozart'ın yeni bestesini dinler ve şöyle der "eseriniz harika ama sanki biraz fazla nota var, onları kırparsanız mükemmel olur". Mozart cevaplar: "hangilerini atmamı istersiniz majesteleri, mükemmel bir eserden bir şey atamazsınız veya ekleyemezsiniz, o zaman mükemmel olmaz"
bunu söylediğinde ne kadar yalnız hissederek söylemiş olabileceğini düşünürseniz...
bilim hiçbir zaman mükemmel değildir ama dünyada bir yerlerde o konuda o an için bir en iyi vardır mutlaka. ben hep o en iyiye ulaşmanın gerekliliğine, her yargının gelecekten önce bir önyargı olduğuna inandım. gerisi en iyimser durumda bile yüksek oranda enerji ve vakit kaybı içerir. yaşadığım toplumda bu inancı göremedim.
SAVUNMA SONU
altta dün okuduğum haziran 2008 tarihli bir röportajın bağlantısı mevcut. Şef scout Steve Rowley arsenal scouting sistemini, Messi'yi neden alamadılarını anlatıyor. Takip edilen onca ülke ve bölge arasında bilin bakalım genç nüfusu yüksek oranda ve kalabalık Türkiye var mı?
arsenals-scouting-network-revealed
Sahi Barcelona Beşiktaşlı Muhammed'i neden tutmadı kadroda onca yeteneğine rağmen?
ya aşağıdaki soruların yanıtları nedir?
1) bizde altyapılara seçilenlerin çoğu yine ahbap-çavuş ilişkisi ile mi seçilmektedir?
2) scout'larımız (varsa) eğitimliler midir bu konuda? Peki ya antrenörlerimiz ne kadar eğitimliler? cahil hocadan alim çıkar mı?
3) Binlerce yıllık tarihimizle övünürken medeniyete sadece ayran ve yoğurt katkımızın olması neyle açıklanabilir?
4) okullardaki öğretim sistemimizin kalitesi nedir?
5) İstanbul'u Fatih fethedemeseydi tarihin akışının nasıl olması daha muhtemeldi? Bu durumda bugünkü herşeyimiz -ve özelinde futbolumuz- nasıl olurdu?
6) Melez bir toplum olmamıza rağmen, melez genlerin tabiatta en güçlü gen çeşidi olduğu bilinmesine rağmen, bu biyolojik sebeplerle toplumca zeki sayılabilecek bir toplum olmamıza rağmen genelde neden Türk oyuncuların futbol zekaları ileri seviyedeki liglerin oyuncularına göre düşüktür? masaldaki gibi başta hızlı ilerleyip sonra yatışa geçip yarış kayıp mı edilmektedir?
7) Ahlakın tüm öğelerini düşünürsek, her öğe için toplumsal ahlakımız ne seviyededir?
malum Ali yazar, Veli bozar. Ali veya Veli'den en az birini içermeyen bir Türk işi kulüp, kuruluş, topluluk, dernek aklınıza ne gelirse var mıdır?
“Your HTML cannot be accepted: Must be at most 4,096 characters” uyarısı aldım, yorumumu bölmek zorunda kaldım.
8) (2023'te çıkacak ÖSS sorusu) Performans değerlendirmesi sonrası, (rahmetli) Steve Jobs kurucusu olduğu şirketten yönetim kurulu kararıyla kovulmuştur. bu gerçek bilgiye dayanarak aşağıdaki ifadelerin kaç tanesi kesinlikle doğrudur?
if1- Meftanın ardından kötü konuşulmaz ama Steve Jobs malmış
if2- Steve Jobs kurumsal bir işleyiş kurmuş
if3- Steve Jobs Türkiye'de büyümemiş
a)0 b)1 c)1,5 d)2 e)3
9) Bilime saygımız ne seviyededir ya da bilimsel yaklaşımın faydası konusunda farkındalığımız nedir?
10) Futbol bizde genelde sanıldığı gibi daha çok gazla mı oynatılır ya da "Fatih Terim ölüyü diriltip oynatıyodu" olarak özetlenebilecek ulu kahve geyiğine bakarsak, olsaydı en iyi teknik adam Nasıralı Hz. İsa'mı olurdu?
11) Alman'ın neden pornosuna değil de disiplinine özenmeyiz?
12) Amerikalının neden garajda yazdığı yazılımla dolar milyarderi olmasına değil de 69'da 256 KB bilgisayar RAM'i ile aya çıkabilmiş olmasına özenmeyiz?
13) Daha geçenlerde dünya başarı sıralamasında 54. idik ama endüstride dönen paraya bakarsak 10. büyüklükte ekonomi bizdeymiş. "Aradaki 44 ülkeye göre biz enayiyiz." önergesi doğru mudur?
14) Türkiye'de hiçbir başarı cezasız kalmaz önergesi neden doğrudur?
15) Halkın futbol izleyen kısmının "futbolsever" olan kısmının 0,1% den büyük olma olasılığı nedir?
16) Anadolu'nun ücra köşelerinde yetenek aramak TFF'nin işi midir? Yoksa TFF'nin işi Anadolu'nun ücra köşelerinde bile kulüplerin yetenek aramasını sağlayacak, buna mecbur kılıp bu işi iyi yapmayı da teşvik edecek bir sürdürülebilir sistem kurmak mıdır?
17) Arda Turan farklı cümlelerle defaatle kah kibarca kah bodoslama "bizim medyada hergün ilişkim yazılıyordu, en büyük sebeplerimden biri bu cıvıklıktı" demesine rağmen hala ilişkisinin yazılıyor olması durumu nasıl analiz edilmeli?
18) Türkiye'de spor bakanının özerk alana karışma oranı ile İngiltere spor bakanının karışma oranı nedir?
19) Özellikle Almanya'dan ve diğer Avrupa ülkelerinden, Türk vatandaşlığı da olan genç oyuncu dileniyor oluşumuz neden kimsenin zoruna gitmemektedir? Bu durum medyada neden hiç eleştirilmemektedir?
20) (Sanki 17'sine dek Ivır Belediyespor altyapısında muhteşem bir eğitim aldı da, Almanya'ya sonradan transfer oldu da, ordan RM'e gitti.) Mesut özil Real'e transfer olunca şanlı medyamız "senle gurur duyuyoruz, onla guru duyduk" tadında yazılar yazmışlardır. Soruyorum ben de "ulan neyinde emeğiniz var da gurur duyuyorsunuz"
...
...
1,146,983) Kendi kulübünü iflas noktasına epeyce yaklaştırmış bir kulüp başkanı İspanya'da terfi edip federasyon bşk olabilir miydi?
1,146,984) Ali Rıza Sergen Yalçın daha çocukken Barça akademisine alınsaydı, Messi de Beşiktaş altyapısında futbola başlasaydı bugün Ronalda rakipsiz şekilde dünyanın en iyisi ilan edilirdi önergesi hk neler söylenebilir?
1,146,985) 1,146,984 numaralı durum gerçek olsaydı Türkiye At Yarışı endüstrisi bugününe kıyasla nasıl bir durumda olurdu?
1,146,986) Ayaklar başa, başlar ayağa seçilirse sonuçta ne olur?
...
...
Word hazretleri boşluklarla beraber 14,215 karakter diyor, ben 9’dan sonrasını sayamadım.
kurum tutmuş soba borusu gibi iç karartıcı ve uzun bir yorum oldu; kusura bakmayın ama mal bu; yersek!
asrın projesi soba borumun nihai inşasını 1,146,986. sorumun cevabının bir kısmı olarak bir alıntıyla bitirmek isterim:
Popper (O da 80 kilodur ama Klopp'un aksine, 79'u beyin 1'i t.stistir, mesleği bunu gerektiriyor adamcağızın), Açık Toplum ve Düşmanları kitabında şöyle der:
“Düşün yetkinliğinin sırrı, eleştirme ruhudur, düşünsel bağımsızlıktır. Oysa bu durum, otoriterciliğin her çeşidi için aşılmazlığı ortaya çıkaracak güçlükler yaratır.
Otoriterci, genellikle kendi etkisine uyanı, inananı, dinleyeni seçecektir. Böyle yapmakla da ikinci sınıf tipleri seçmiş olur.
Hiçbir otorite, düşünce cesareti olanların, yani kendi otoritesine omuz silkmeye cüret edenlerin en değerli tipler olabileceklerini kabullenemez.”
Kafkaonbir, ellerine sağlık bu kadar iyi yorum -hatta yazı- hayatımda okumamış olabilirim.
Yorum Gönder