Jürgen Klopp “kalas” diye nitelendirmekte sakınca
görmeyeceğiniz bir futbolcu tipiydi. Oynadığı bütün alt yaş kategorilerinin
hemen hepsinde kaptan olmuş, kazanma tutkusu görüp görebileceğiniz belki de en
yüksek futbolcuydu. Jürgen Klopp’un hem
rakibi olmuş hem de aynı takımda oynamış Ansgar Brinkman Klopp’tan daha çok takım arkadaşı olduğunda korktuğundan bahsediyor.
Arkanızda Klopp varsa sonuna kadar mücadele etmelisiniz yoksa işiniz zor
diyordu. Liderliği aslında kazanmaya olan tutkusundan ileri gelir. Onu
tanımlayan özelliklerin başında hırs ve tutku gelir, bunu herkes bilir.
Retoriği güçlü, esprili ve herkesi kendisine hayran bırakan o aurası bir yana
hırsı ve tutkusu en önemli özelliği. Ama bunlar kazanmaya yöneliktir,
galibiyete olan özlemdir. Yıllarca babası
ona çocuğu değil yetişkin bir rakibi gibi davranması nedeniyle çocukluğu
boyunca kazanamamış bir adamın kazanmaya doğru çıktığı çok uzun bir geçmişten bahsediyoruz,
tutkunun oluşum sürecinden. Üstelik futbola olan yetersiz tekniği ve kabiliyeti
onu birinci Bundesligaya uzak tutmuş amma velakin Mainz’in kulüp tarihinin en
çok forma giyen oyuncusu yapan da hırsı olmuştur.
Teknik direktörlük onun için futbol oynayarak yapamadığını
başka türlü başarma biçimiydi. 1995’te Spor bilimleri akademisinden mezun olup “Walking”
üzerine tez yazdı. 1996’da henüz antrenörlüğünden beş yıl önce aynı zamanda alt
yaş takımları çalıştırmaya başladı. Nihayetinde Mainz sezon içi teknik direktör
değiştirmesine rağmen başarılı olamamış ve ligin bitimine 12 hafta kala düşmeye
oldukça yakın bir konumda Christian Heidel ona şu soruyu sormuştur: “Teknik
direktörlük yapmak ister misin?”
Cevap kısa ve net:
“Yaparım. “
Klopp o dönemi anlatırken kendisiyle barışık olan eğlenceli karakterinden
de bir parça dışa vuruyordu. “Düşünebiliyor musunuz 33 yaşında henüz takım
çalıştırmamış, topa vurmaktan aciz bir adama bu teklifi yaptılar, ne kadar cesurca
değil mi? Kim bilir belki de benim futbolu bırakmamın sevinci vardı gözlerinde,
onu tam bilemiyorum” Klopp kendi kendisiyle dalga geçer ama bunu öyle güzel
yapar ki bir stand up yapması gerektiğini düşünürsünüz. Yaptı da..Mainz’ın
başında iken menajeri ile oyuncu analiz etmek için arabayla çıkılan Fransa yolculuğu anlattı.
Fransızca konuşan navigasyon ve kendilerinin dışında 12 kişinin daha maçı
izlemeye gittikleri ilginç bir macerayı stand up şeklinde sundu. Almanca bilmeyenler Jürgen Klopp’un girdiği
her ortamın tamamına hükmeden o aurasını algılamakta zorluk çekerler ama yine de uzaktan da olsa görülebilir. Rahatlığını neye borçlu biliyor musunuz?
Kameraları umursamıyor. Her zamanki hali bu zaten. Bir başkasının
onun hakkındaki yorumu önemsiz, o kendini gerçekleştiren ve istisnasız her
yerde yaşayan olduğu gibi yaşayan bir adam. Sadece bu yüzden Mainz sonrası Dortmund öncesi gittiği bir görüşmede
onu kabul etmeyeceklerdir ilerleyen yıllarda.
Hamburg ise onu izlemek için scout gönderip “antrenmana en son çıktığı”
için teklif yapmayacaktır Mainz’da
antrenörün antrenmana en son çıkmasının bir ritüel olduğundan
habersizce..
2006 Dünya Kupası ve 2008 Avrupa Şampiyonası’nda ZDF’teki
yorumculuğu dillere destandır, tüm Almanya sevmiştir bu adamı zira komplekssiz,
retoriği güçlü, esprili dili ve neşesi hayran bıraktırmıştır herkese. O
yorumculuk esnasında pozisyonları algılayışı ve değerlendirişi de takdire
şayandır. Önder Özen’in farklı bir versiyonu. Orada yine Jogi Löw’de de olan pozisyon
bilgisi ve bunu karşısındaki insana aktarma becerisiyle de öne çıkacaktır. Başa
dönersek eğer..33 yaşında oyunculuğu tek bir anda bırakıp teknik adamlığa
geçişi oldukça sıkıntılı bir zamanda gerçekleşti. Ve Klopp işte o zaman futbol hakkında düşünmeye başladı.
“Rakip topa sahip
olduğunda biz ne yapmalıyız”
Klopp’un teknik direktörlük kariyeri bu sorunun cevabıyla
başladı ve bugün yine bu sorunun cevabını aradığı için yeni ve farklı sistemler
geliştirmeyi başardı. Nihayetinde ne Mainz ne de o dönem devraldığı Dortmund
takımının ortalama yetenek kapasitesi rakipleriyle boy ölçüşecek düzeydeydi. Tüm konsantrasyonunu savunmaya verdi. Düşmeye ramak kalmış takımın başına
geldiğinde üç gün sonra karşılaşacağı rakibi zirvede puan puana giden Duisburg
olmuştu. Maçı Babatz’ın rastgele atılan uzun top sonucu gelişen atakta attığı
tek golle kazanmayı başardı. Weiland o günleri “Topa sahip olduğumuzda
yaptıklarımızda bir değişiklik yoktu, gerçekten kötüydük ama artık rakipler
bize karşı pozisyon bulmakta dahi zorluk çekiyordu, ısırıyorduk ama sahanın her
yerinde..” diye anlatacaktı.
Jürgen Klopp’un felsefesinin kaynağı o dönemi anlatırken kurduğu şu cümlelerde yatar “O zaman karşılaştığımız rakiplerin hemen hepsinin
kadrosu bizden bir değil iki sınıf daha yukarıdaydı. Ama futbolda gerçek olan
şu ki iyi takım her zaman kazanacak diye bir kaide yok. Üstelik belki onlar
topa sahip olduğunda daha iyi işler yapıyor ama biz de topa sahip olmadığımızda
çok daha iyi işler yapacağımızı biliyorduk. İyi bir savunma yapmak için
muhteşem bir yeteneğiniz olması gerekmiyor, bu gerçeği unutuyorlar”
8 maçta 7 galibiyet
alarak mucizevi bir şekilde ligde kaldı Mainz.
Düşme potasından çekip çıkardığı Mainz sonraki süreçte
sadece zirveye oynadı. İki yıl üst üste dördüncü olarak birinci Bundesligaya
yükselemedi ama hep zirveye oynadı. 2004 yılında birinci
Bundesligaya Mainz tarihinde ilk defa henüz antrenörlük lisansı dahi olmadan
Klopp yönetiminde çıkmayı başardı. 2004 yazında ise Köln’deki akademiyi ziyaret
edip lisansını aldı.“O dönem sadece topa karşı alınacak olan tavır üzerine
çalıştık. Bu aynı zamanda takımın kendisine olan güvenini arttırdı. Diğer
konular üzerinde duysaydık özgüven sorunu da yaşayabilirdik”.
Karakter yetenekten daha önemlidir.
Klopp’un her zaman vurguladığı bir gerçektir. Onun örnek
aldığı antrenörlerin de antrenman bilgisinden önce karakteri önce gelir. Futbolcu
çok yetenekli olsa da AudiStar Talk’ta bahsettiği gibi karakteri uygun olmadığı
için pek çoğuyla yolları ayırmak zorunda kalmıştır. 2009’da Dortmund’un “La
Masia”sı kuruldu. Yeni bir akademi. U9’dan U23’e kadar.. Dortmund’un İnternet
sitesinde tanıtımı “Futbol yeteneği ve karakter gelişimi” ayrıntısı dikkat çekti. Kişisel gelişim her şeydi ve Barça
okulu örnek alındı. Bochum Ruhr Ünivesitesi Psikoloji bölümünden önemli bir destek
alınırken bu eğitim sadece futbolculara değil aynı zamanda alt yaş takımlarında
yer alan bütün hocaları da kapsadı.
Mental idmanlar her şeyden önemli oldu. Üstelik Barcelona sadece La
Masia’sı ile değil oynadığı futbolla da Jürgen Klopp’un dikkatini çekti.
Barcelona ve
Gegenpressing
Jürgen Klopp’un hayat hikâyesinin yanı sıra iki yıl üst üste
şampiyon olan takımın taktiksel analizinin de yapıldığı “Echte Liebe” kitabında bir Barcelona kısmı mevcut. Burada Klopp’un
2009 yılındaki Barça’dan ne şekilde etkilendiği ayrıntılarıyla anlatılıyor.
Bizim memleketin teknik adam ve yorumcuları Barça’yı ilk dönem Xavi-İniesta
sonraki yıllarda ise Messi yeteneğinden ibaret erişilemeyecek bir tanımsız obje
olarak yorumlarken Klopp başka yere
baktı. Yeteneğin en ufak bir rolü olmadığı alana. Barça futbolundaki ilk dikkatini çeken detay
Barça’nın topu yeniden ele geçiriş metodu ve pres bölgesi oldu. Savunmanın ne kadar önde kurulduğu ve topu
yeniden kazanma savaşının nerede yapıldığı. “İnanılmaz.. Her futbolcu topun olduğu bölgedeki baskıya aynı ölçüde
destek veriyor. Lionel Messi kaybettiği
topun arkasından mücadeleyi en çok yapan oyuncu dahi olabilir. Topu kaybettikleri
anda sanki o beş saniye olmazsa bir daha topu hiçbir zaman alamayacaklar gibi
telaş içerisinde baskı kuruyorlar. Benim
için dünya futbolunda olabilecek en iyi rol model bu oldu.” İlerleyen zamanda özellikle kenar forvet seçimlerinde bu model etki etti. Klopp her zaman takım savunması üzerine çalışsa da bu savunmayı ön alanda gerçekleştirdiği için oynattığı futbol her zaman hücum futbolu olarak anıldı. Onun savunması hücumun başlangıcıydı. Klopp savunmaya önem verdikçe hücum sayıları artmaya başladı. "Umschaltspiel" dedikleri Almanların hemen hemen bütün takımarında görülen atağı kestiğin anda hızlıca saldır prensibine çeşitli detaylar kattı. Gegenpressing aslında topu hangi bölgede alacağının bir başka ifadeyle hücumu nerede başlatacağının teorik olarak önceden işlenilmesidir.
Barça’dan çıkarılan dersler
Klopp mesleğe
başladığı günden itibaren topa sahip olmadığında yapılanlarla ilgilendi. Çünkü
antrenörün asli görevi ya da farkı yaratacağı alan ona göre budur. Daha doğrusu zayıf kadrona rağmen
çeşitli başarıları ancak burada yaratacağın farkla kazanırsın çünkü topsuz
alanda Messi’nin yeteneğinin en ufak bir önemi yok. Messi’lerle, Robben’lerle,
Ribery’lerle başka türlü nasıl boy ölçüşeceksin? Klopp bunu şu şekilde ifade ediyordu “Eğer biz
belirleyici olan Bayern Münih maçlarında Robben’i ikileyip zaman zaman üçlü
sıkıştırma ile dışarı çıkarmasak Robben yeteneğiyle başka türlü nasıl başa
çıkarız?” Barça’yı yenmenin mümkün olup
olmadığını sürekli kendisine soran Klopp nihayetinde şu sonuca varıyor. “Onları
ancak doksan dakika konsantrasyonunu kaybetmeden savunursan bir ihtimale sahip olursun. En son bu denli yüksek
konsantrasyona sanırım Albert Einstein
sahip olmuştur.” Barça’yı yenmek ya da parayla
yetenekleri kadrosuna katanların önüne geçmek için konsantrasyon ve mental
yeterliliğin önemini kavradı. İşte Life
Kinetik de bu şekilde Klopp’un hayatına girdi. Aşağıdaki röportajda ayrıntılıbir şekilde anlatıyor. Oyuncunun mental yönden gelişimini sağlayan bu metodu
oyunda kazanmanın gereği olan mental yeterliliği sağlamak için her Çarşamba günü
antrenmana yerleştirdi. Nihayetinde Klopp’un bir fikri vardı ve bunu
gerçekleştirmek için cesur adımlar atmak zorundaydı.
Topa karşı agresif
olmayan gider
Dortmund takımında Mainz’da olduğu gibi ona verilen kadro
istediklerini yaptırmak için yetersizdi. İki merkez orta sahalı pres gücü
yüksek ofansif 4-4-2’den vazgeçmek zorunda kaldı. Nihayetinde gerçek şu ki var
olan oyunculara göre bir sistem inşa etmek. Ama asıl cesur kararları bundan
sonra oldu. Efendim Mladen Petric muhteşem gollerin adamıydı. Frikik atar, ceza
sahası dışından kaleyi çok güzel görür, ince paslar atar ama narin, koşmaz ve
mücadele gücü düşüktü. Gönderildi ve hatta pek çoklarına göre iki klas daha
aşağısında yer alan ama sisteme çok daha uygun olan Mohammed Zidan ile takas edildi. Tamamen kendi
futbol fikrine yönelik bir icraat. Alexander Frei deneyimli bir golcü. Forvet arkası
da oynar. Derbilerde goller hep ondan gelir ve sürekli gol atardı. Gönderildi
ve gittiği yerde de atmaya devam etti. Rakip takıma baskı kurma konusunda
sorunlu olan her oyuncu gönderildi. Barça’dan
sadece gegenpressing’i değil aynı zamanda rakip ceza sahasında hücum
oyuncularıyla savunma yapma fikrini de çalmıştı. Farkı ise topa sahip olduğu
andan itibaren hızı hücumlar ve bunun için de radikal adımlar atmak zorunda
kaldı.
Dortmund tarihinin en
genç tandemi
Kohler, Wörns ve
Kovac gibi yıllar yılı milli takım
formalarını giymiş deneyimli stoperler olmasına
rağmen Klopp’un oyun sistemine uymuyorlardı. Nihayetinde Klopp topun kazanıldığı andan
itibaren hızlı ve dikine oyunla hücumu gerçekleştirmek istediğinde bu oyuncular
engel oluyordu stoper oynamalarına rağmen.
2008 yılında Dortmund ile ilk maçına 1988 doğumlu iki genç stoper olan Hummels ve Subotic ile çıktı.
Dortmund tarihinin en genç tandemiydi bu.
Santana atlet, hızlı ve atik olmasına rağmen teknik açıdan kusurluydu. Aşağıdaki
röportajda onun teknik açıdan gelişmesi için nasıl çalıştırdığını anlatıyordu.
Nihayetinde ona göre Barça bir bütün
halinde bir planı uyguluyordu. Dortmund
takımının maddi yetersizlikler içerisinde topla inanılmazları başaracak
yeteneğe Barça gibi sahip olması çok zordu belki ama doğru bir plan olursa
onlar kadar etkili olabilirdi. Tüm takım topun arkasına geçmeli ve topa sahip
olduğunda henüz rakip yerleşim almadan işi bitirmeli. Yerleşik savunmayı
delecek kadar bireysel yeteneğe ihtiyaçları yoktu ama o gollük şansları
yaratacak gençliğe ve bilgeliğe sahipti.
Oyuncu gelişimi ve Zeljko Buvac!
Eğer sizin üst düzey yeteneğe ödeyecek paranız yoksa geriye
tek bir seçenek kalıyor: Kendi yıldızınızı kendiniz yaratmanız. Marcel
Schmelzer’i Klopp eski scoutundan duymuştu. Dede’den başka sol bek yok, neden
ikinciyi aramıyoruz dediğinde “Dede sakatlanmaz ki” dediler. Tam da bunun
üzerine ligin henüz başında Dede çok ciddi sakatlık yaşadı. Önceden hazırladığı
kimsenin dikkatini çekmeyen altyapı oyuncusu Scmelzer orada başladı kariyerine
ve milli takıma kadar “Klopp” gelişimi sonrası yükseldi. Şimdi anlamanız
oldukça zor olacaktır ama Klopp’a gelen Kagawa’lar, Schmelzer’ler, Lewandowski’ler,
İlkay’lar, Nuri’ler.. Bu oyuncuların pek çoğunun ben Klopp öncesi durumunu da
biliyorum. Hummels’de Bayern hata yapmadı ya da İlkay’ı ucuza değil o dönemki
performansına rağmen pahalıya dahi aldığını söyleyebiliriz. Bu oyuncuların
hepsi Klopp’un ve hiçbir zaman yanından ayırmadığı, lisansının olmadığı dönemde
takımın başında çıkan Zeljko Buvac’ın eseridir. Klopp “Biz kendimize özel 300 antrenman
metodu uyguluyorsak bunlardan 200’ü Buvac’ın fikridir. Buvac bütün antrenman metotlarının
üstadıdır, her gün ben ondan yeni bir şey öğreniyorum” diyerek hakkını da vermeyi hiçbir zaman ihmal etmedi.
Telepatik olarak anlaşıyorum dediği yardımcısı Klopp’un her şeyi. Napoli maçında aldığı tribün cezası sonrası hiçbir
zaman endişelenmedi zira yıllar yılı yanında kalan yardımcısı ile farklı bir
şekilde düşünmesi Klopp’a göre oyun içerisinde dahi mümkün değildi.
Koştur Klopp koştur..
Antrenörlüğe başladığı ilk günden bu yana muhasebesini
yapmıştı: Topla inanılmazları başaracak yetenek yoksa topsuz alanda imkansızı
başaracak bir takım yaratılabilirdi. Bunun da önkoşulu rakipten daha fazla
koşmak, yakalanılan boş alanlara oyuncuları hızlı bir şekilde yerleşmesi ve
topa sahip olunduğu andan itibaren atılacak olan sprintlerle sonuca gitmek.
Koşu mesafesi ve sprintler işin özüydü. 2011’de ayrıntılı analizler
yayınlanmaya başladığında Klopp’un takımı farkını ortaya koydu. 2011 yılının
ilk maçında Hamburg’a karşı her anlamda üstündü. Topla oynama yüzdesi yüzde 58’e
vurmuştu ama asıl fark koşu mesafelerindeydi.
Takım doksan dakika içerisinde 124.9 km koşarken rakibi Hamburg’a (113.7)
10 km fark atıyordu. Sadece Sven Bender 12.9 km maç içerisinde mesafe kat
etmişti. Dortmund 193 sprint ile
inanılmazı başarırken Hamburg’a yine bu alanda 43 sprint fark atıyordu.(Hamburg
150). Kimbilir belki de bu yüzden
oyuncular bu rakamların görünür olmasından rahatsız olmuş ve değerimizi
düşürüyor diyerek engellemeye çalışmışlardı.
Bundan sonrası..
Topa karşı agresif tutum, pres ve karşı pres, dikine oyun
mentalitesi Klopp’un değişmezleri. Öyle etkili pres yapıyor ki bugün dünyanın bana göre en iyi takımı olan Bayern Münih dahi bu presi aşmak için belki de Guardiola'ya bir ilki yaşatıp uzun top kullandırtmak zorunda kaldı. Bayern 3-0 yense de Guardiola'nın bu prese duyduğu saygı bugün hala konuşulmaya devam ediyor. Lakin sorunlar mevcut. Her şeyden önce Klopp’u
rahatsız eden oyuncuları elde tutamayışı. Bugün hala Götze’yi aradığını dile
getiriyor. Ekonomik açıdan daha iyi olmalı. Avrupa’nın henüz ilk 10 takımı
arasında bile olmadığını dile getiriyor ama buraya da oldukça yaklaştığının
farkında. Artık bireysel yeteneği üstdüzey olan oyuncuları alma imkanlarına
sahipler. Bu yüzden Dortmund’un oyununda değişecek olan ayrıntı Klopp’un
geçenlerde verdiği röportajın içerisinde söylediği gibi topa sahip olduklarında
yapılacaklar kısmı. Borussia Dortmund ve Jürgen Klopp kendi koşullarına göre
bir taktik anlayışı geliştirdiler. Her biri 5 milyonu dahi geçmeyen ve pek çoğu
altyapıdan gelen oyuncularla tarih ancak bu şekilde yazılabilirdi. Ama artık ikinci perde başlıyor Jürgen Klopp için zira koşulları değişti ve özü değişmese de farklı bir plan uygulamaya konuluyor..
9 yorum:
yazılarınızda öyle hoş, kısacık ama yoğun bilgi içeren detaylar var ki; çok takdir ediyorum. teşekkür ederim.
örnek gerekirse: "Yıllarca babası ona çocuğu değil yetişkin bir rakibi gibi davranması nedeniyle çocukluğu boyunca kazanamamış bir adamın kazanmaya doğru çıktığı çok uzun bir geçmişten bahsediyoruz, tutkunun oluşum sürecinden."
Son 2 Klopp yazınızdan bile Türk işi zihniyet'le ilgili öyle çok done çıkıyor ki:
bizde kervan yolda düzülürcülük var, Klopp'ta olgulara dayandırılmış bir analiz sonucu ortaya konmuş bir metodoloji
Bu metodolojiye (bilimsel olduğu için) sadakat var, arkasında uzun süre durma var
metodolojinin devinimi var, sürekli iyileştirme felsefesinin uygulanması var (lafta değil, fiiliyatta)
Bilim ile işbirliği var (Bochum Ruhr Ünivesitesi Psikoloji bölümünden önemli bir destek; topla hızlı düşünmeye yönelik BD-Bilim insanları-Sanayi işbirliği ile geliştirilmiş antreman merkezi)
Futbolcuda karakter ve ahlaki öğelere özel önem verilmesi var. Var oğlu var.
Bizde de en çok mış gibi yapmak var; yanlış yerin kötü kopyalaması var.
Bizim toprakların son 10 yılının yarattığı yılgınlıkla bugünlerde -sanırım 10 küsuruncu kez- yine Tutunamayanlar'ı okumaya başladım.
Açık ara en iyi yazarımızın 2. en iyi romanıdır bence. Gönlümün kütüphanesindeki en kral romandır. Şu an 7 aylık olan oğlumun adını Selim koydum; oğlum inşallah hayatı bir oyun olarak görecek ve ben onu hep ciddiye alacağım.
Neyse bağlayayım. Kitabı herkese öneririm. Ya içinizde hisseder, seversiniz ya da bi bok anlamazsınız. kasmanıza gerek olmayan bir eserdir. Y.vşakça tutunanların anlayamayacağı bir dille yazılmıştır. Çaktırmadan kriptoludur. -küçük- burjuvazi eleştirisi yaptığını söyleyenler o kitabı anlamamışlardır. Tarihimizden bu yana bizi eleştirir, hem de ne eleştiri. Haksız da değildir zaten, bu yüzden esere kimse ilgisiz kalamamıştır. Yırta yırta, hakederek ulaşmıştır ününe.
okuyunuz, okutunuz derken, "biz"im spora bakışımız için şöyle bir ifade vardır kitapta: "Her resmi Türk genci gibi, yani, sporla ilişkisi hiçbir zaman maç seyretmekten öteye gitmeyen her namuslu ve bunalmış vatandaş gibi..."
Son olarak da Hayaloğlu'nun şiirinden şu mısralar bize gesin:
Göğsüm daralıyor
yüreğim kanıyor.
Olmasaydı sonumuz böyle.
Orhan Uluca'ya sonsuz teşekkür. Yazıyı okurken, şunları yazarken neler neler hissettim anlatamam. saygılarımla.
;) http://antik.eksisozluk.com/show.asp?id=5766979
Tehlikeli Oyunlar'ı mı daha iyi buluyorsunuz? Ben de hiç ayrım yapmamışım bu ikisi hakkında, onu fark ettim. Benim yaşamımın bir bölümü Oğuz Atay'a ayrıldı. Herkesin bakışı ve anlamlandırışı farklıdır mesela ben Oğuz Atay sonrası kendimle hesaplaşabilme cesaretine sahip oldum gibi.
Eyw.
turgut'un özbenligini selimin isiginda aradigi roman.. yazmışsınız, yüreğinize sağlık. turgut bulur da bence sonunda özbenliğini, ama memleket uygun olmadığından bu özbenliğe, kankası olric, ev adresi trenler olur malumumuz.
edebiyat konusunda salieri kompleksine sahip olacak kadar çok okudum, o sebeple -sebebini edebiyat teknikleri anlamında ifade edemem ama- evet Tehlikeli Oyunlar daha usta bir eser bence ancak gönül kütüphanemde tutunamayanlar en baş köşededir dediğim gibi.
bizim bir kafka'mız yok, olmamış. (neyse bu konuda ezik olmaya gerek yok başka ülkelerde de olmamış) ama bazı benzer buhranları -ait olduğu sosyoekonomik sınıfın imkan bolluğuna rağmen hissetmiş ve bunları bizden öğelerle yazmış- bir oğuz atay'ımız olmuş.
kafkaoloji kürsüleri vardır, müzesi vardır prag'da (balayında sırf kafka aşkımdan hatunu prag'a götürdüm borç parayla, millet t..şak geçti, olm oraya balayı mı olur, yalnız gidilir falan, eğrelti otu yaklaşımları... gidilir kardeşim gidilir, onun ifade ettiklerini siz bana ifade etseydiniz, sizin oraya gelirdim balayına. O 4 balgünüm bal gibi geçmişti harbiden, dava'nın şato'nun yazarının o dar sokaklarda neler düşünmüş olabileceğini düşünerek voltalamak ve gecesinde aşk yaşamak, daha iyisi Şam'da bilim.)
bizde oğuz atay kürsüsü falan yoktur, atay okumamış edebiyat öğretmencikleri bilirim (araba sevdası'ndan bahsederler ama çok daha uzun zaman önce selam verdim, rüşvet değildir diye almadı (ib.eler) manzumesi yazıldığı için ve bugün hala bu toplumda araba sevdası daha da iğrenç şekilde varolduğu için aslından bu eserin çok da kıymetli olmadığından, olamayacağından bahsedemezler, nazım hikmet'in hangi ülke vatandaşı olduğunu bulmaca çözenler hariç bilmezler falan), incelemeleri aşır-yapıştır'dır, adamın heykeli yoktur, pek bileni bile...
valla çok sevindim atay'ın sizin için de önem arz etmesine.
belki çok ufakken ... sebebiyle birden büyümek zorunda kaldığım içindir, ben sadece ve hep kendimi kritize etmeye cesaretliydim çok uzun yıllar. öldürmediğinden mütevellit her halde :-) acı verse de güçlü, şeffaf kılıyor insanı. artık siz de hissediyorsunuzdur mutlaka aynı duyguyu.
Ama Atay bana da çok kıymetli birşey kattı: "yalnız değilsin" dedi. "Göremediğin ama seni anlayan, senin anlayabileceğin insanlar var; vallahi var len:-)" dedi.
içbenidışıseniyakarbirholding'de çalışıyorum; pahalı kravatlarının & giysilerinin altında insan olmayan insanların içinden, yine türk işi 13. sınıf bir toplantıdan çıktım az önce, o sebeple bu kimsenin umrunda olmayan bu mühim yazışmada geciktim, affola
hayatın en adil 2 özelliğinden biri öngörülemeyen bir kompleksliliğe sahip olması. sabah evden çıktım, lpg'yi dönüşte doldurayım falan diye düşündüm, yapacağım analizde data eksikliği var, nasıl gidersem diye düşündüm ama bu diyalogları beyaz sakallı biri bile deseydi de inanmaz "s.ktir lan" derdim.
topuğumdan vurdunuz, ben de bu açık ortamda ne kadar kananırsa o kadar kanadım işte.
kumarbaz bir rus ustanın yazdığı gibi: "büyük ve güzel şeyler adına"
takma gmail imzası hariç gerçek imza: Aşilgillerden Rodion Romanovich
bu ne şahane bir yazıdır böyle yahu, hiç bitmesin istedim... daha fazla olmalı, daha çok şey okumalıyım bu blogda... :)
Teşekkürler, çok güzel ve zengin bir yazı olmuş.
Klopp'un Barcelona'ya bakışı ilginç ancak toplu oyunda dahi aralarında yetenekten çok zaman farkı olduğunu düşünüyorum. Barcelona'yı da bu denli parlatan şey, yetenek kadar Klopp'un Life Kinetik'le geliştirmeye çalıştığı koordinasyon becerileri. Örneğin Messi kadar teknik, hızlı, dayanıklı oyuncular var piyasada; ancak bu tekniği, kusursuz ve ışık hızında bir karar mekanizması ile uygulayabilen tek bir kişi daha olmadığı için Messi bu denli büyük. Keza diğer oyuncular için de aynısı geçerli. Xavi kadar iyi pas atan, top tekniği yüksek oyuncular vardır, ama onun kadar hızlı düşünen, doğru karar alan ve oyunu doğru algılayan başka bir örnek olmadığı için benzersiz bir oyuncu haline geliyor.
Barcelona oyuncularının teknik becerileri ne denli yüksek olursa olsun, tüm takımın aynı anda, aynı şeyi düşünerek oynayabildiğini yabana atmamak gerek. Kolektif olarak bu birlikteliği sağlamak için de işe ne kadar erken başlanırsa o kadar iyi. Barcelona bu işi 30 küsür yıldır yapıyor ve A takımdaki oyuncuların büyük kısmı çocukluktan beri birlikteler. Dortmund'un Barcelona'ya göre dezavantajı oyuncu kalitesinden çok, bu oyuncuları 20 yaşlarından önce bir araya getirememek ve sonra da elde tutamamak olsa gerek. Ancak görece kısa zamanda, hem bireyleri hem de takımı Klopp'un bu denli yukarı taşıması gerçekten olağanüstü.
Neverlong: Şimdilik itiraz hakkımı saklı tutayım.. Guardiola ile Bayern bir yıl daha geçirdikten sonra Barça yeniden değerlendirilecektir zira ben buradan gördüğüm odur ki Barça 2009-11'in gerçek yaratıcısı ne Messi ne Xavi. Guardiola.. Şimdilik bu "tez" olarak kalsı, zaman çok daha iyi gösterecektir. Klopp çok çok çok iyi bir antrenör lakin Almanya'nın ve bence dünyanın en iyisi Joseph Guardiola.. nihayetinde Messi de vardı Xavi de vardı ama Bayern iki maçta da hayatının en kolay turunu Barça'yı yenerek geçti. Guardiola sonrası barça iyiydi yine. Ama hiçbir zaman o İnter'e elendiği dönemde olduğu gibi olmadı. altyapıdan gelen bir alışkanlık var, Messi ve Xavi dünyanın en iyileri lakin Barça'yı özel kılan o bütün, o plan aynı zamanda.
öncelikle teşekkürler, iltifat buyurmuşsunuz.
bu blogda bu bloğun sadık bir müdavimi olarak ben de daha fazla yorum okumak isterim.
kendi adıma aklımın yettiğince, bişeyler katabilirim veya öğrenebilirim dediğimce yazacağıma söz verebilirim.
selamlar, saygılar
kafkaonbir: Eyw. Her zaman bekleriz..
Barcelona'yı övmek için yazmadım onları zaten Barcelona sistemi de ideal değil. Tek sistem, tek çözüm ve 10 sene sonranın futbolcularını bugünün taktiğiyle yetiştirmek ideal değil. Şuna katılıyoum,Guardiola olmasa muhtemelen o dönem bu şekilde yaşanmazdı. Ancak bir şekilde, orada uzun yıllar sonucu kolektif bilinç yaratıldı ve bu da çok belirleyici oldu. Bu olmasa, oyuncuların becerisi de Guardiola da yeterli olmazdı. Sonuçta başarıları tek bir unsura bağlanamaz zaten, çok parça vardı. Ama atlanan bir unsur olduğu için koordinasyon becerilerini vurguladım. Çünkü artık ve özellikle bundan sonra en önemli fark haline geldi bireysel değil takım halinde yaratıcılık ve bunu hiç bir teknik direktör tek başına yapamaz.
Guardiola muhteşem bir teknik direktör ona şüphe yok, taktisyenliği, çalışkanlığı, teoriye kafa yorması vs onu nadir bir adam yapıyor. Sacchi, Bielsa çizgisinde. Klopp ise Ferguson tarzı kulübü yaşayan, disiplinli ve çok hırslı bir hoca. Tarzlar çok farklı ve ikisi de üst düzey. İlla kıyaslarsam Guardiola bu işi daha iyi biliyor derim ama sanırım takımıma Klopp'u isterim :)
Yorum Gönder