10 Ocak 2011

Duymak İstemiyorum.!




O güne kadar yaşadığı yaşamın içerisinde edindiği bir alışkanlığıdır aslında bir insanın diğerine konuşmak için yaklaşması.

Kabaca bir şey anlatır karşınızda duran insan. Siz onu anlamak için dinlersiniz. Konunun hemen başında önemsiz bir sinirlenme anını anlatırken aslında mevzuya konu olan karşı tarafın eylemine dair uzun bir açıklama getirmek istersiniz ama bu mümkün değildir zira o bunun üzerinde durmaz ve bu ayrıntı asıl meselesi değildir onun. Yalnız hemen her şey tam da onun üzerine bina edilir anlatışın içerisinde. Konsantreniz kaybolur, dinleme iştahınız gider ama başınızı sallamaya devam edersiniz.. Sıkılırsın, kaçıp gitmek istersin ama esir düşmüssündür bir kere.. Hikayenin sonu ise aslında başından bellidir çokca zaman. Kendimi o beklediği tepki anına hazırlamaya çalışırım.


Başlarda direttiğim de oldu ve derdimi karşı tarafa anlatabildiğim sandığım zamanlar da.. Yalnız tam da burada henüz konuşmaya başlamadan önce anlatmak istediğine aşık olmuş tutkulu insanın bilinçli kavrayışsızlığını keşfettim. Çare yok aslında ve istediği noktaya gelesiye kadar onun istediği bir şekilde dinlemekten başka seçenek de yok.Daha da kötüsü konuyu o şekilde takip edip üzerine bir yorum getirmek durumundasınız herhangi bir yerindeki ayrıntının içerisine dahil olmadığı.. Toplamda neyin ne olduğu ya da "gerçek" önemli olmamıştır insanlar arasındaki diyalogların içerisinde.. O vurulduğu nokta ile vurmak ister seni. Şaşkınlığıyla şaşırtmak. Ne konuştuğu değil;Size neyi iletmek istediği önemlidir. Herhangi bir noktasındaki fikriniz değil istediği yerde tepkinizdir onu size getiren.

Genelde böyle olur ama bazen başka.. Misal diyelim ki aşık oldu tanıdığımız ortak bir arkadaşa.

Kızın eylediği en ufak bir ediminin yorumunu dahi o sıkıcı ve hiçbir zaman bakmak istemediği ayrıntılı anlatış biçimi ile dinlemek ister ve hatta sizi ayrıntıdan ayrıntıya koşturur durur zira burada gerçek önemlidir onun için.. Sizin içinse sıkıcı..

Ankarada'ki ev arkadaşım başlarda bana evden çıkmadan önce nasıl göründüğünü sorardı. Kadınlar.. Dürüst ol diye de eklerdi beni çok iyi tanımadan önce. Sonraları bu ekstra uyarının çok gereksiz olduğunu anlayacaktı maalasef. Tarzını da çok beğenmediğimden genelde cevaplarım hep olumsuzdu ama bazen beğendiğim de olurdu.. Sonra bana sormamaya başladı ve daha çok yüzde doksan olumlu cevabı alacağı diğer ev arkadaşıma yöneldi. Lakin ne zaman iş görüşmesi gibi görünümün önemli olduğunu düşündüğü yerlere gitse dışarıda bile olsam beni mutlaka görmesi gerektiğini söyler ve sadece benim fikrimi dinlerdi. Şöyle bir bakıp fikrimi dile getiresiye kadar olan zaman içerisinde milyon kez 'harikasın, çok güzel' diyen ev arkadaşımı elleriyle susturur iken gözü kulağı benim ağzımdan çıkacak kelimelerdeydi. Kötü dediğim anda hemen değiştirir, yenisine koyulurdu. Moda ikonu olduğum için değil bir kişinin dahi olsa gerçek fikrini önemsediği için..

Siz de takdir edersiniz ki kıyafetin ölüm kalım meselesi olduğu gün sayısı yine çok fazla değildir ve sabah görüşmelerimiz kırk yılda bir olurdu bu konu üzerine. Buna benim ne kadar ihtiyaç duyduğum önemli değil daha çok insanların neye ihtiyaç duyduğudur mesele..

Başlarda böyle değildi.

O zamanlar insanların beni sevmesine nedendir bilmem çok fazla önem verirdim ve gerçekler ya da düşündüğümü söylemek yerine daha çok neyi duymak istiyorlar üzerine kafa patlatırdım ki devamlı ilişelim ve genelde onikiden tuttururdum. Alıştılar sonra ve İzmit'den Ankaraya yaşadığı aşk acısını unutturabileceğim hissi ile gelenler dahi oldu. Onları bir yalana inandırabilme becerim aynı zamanda muhteşem bir teselli kaynağı haline gelmeme neden oldu.

İnsanlarla konuşmak on beş yıl boyunca yurtlarda yaptığım bir işti. Tehlikeli insanlar da mevcuttu ve çocuk yaşta karşı tarafın neyi istediğini algılayabilmem konusu hayati önem taşıdığından belki ordan kalma bir yetenek diyordum zira herkes geliyordu konuşmak için..

"İnsanlar unutma ve avunma ararlar; bilgi değil."

Bu karşı tarafın inanmak istediğini keşfederek içten ve gerçekçi bir şekilde yalan söyleyebilme yeteneğim hala mevcut ama ben uzun zamandır karşımda birisi olsun istemiyorum. Bunun için yaptığım tek şey dürüst olmak zira gerçeğin acılığı herkesi kovuyor başımdan. Katlanılmaz bir şey.. Dostoyevski'nin romanlarının içerisinde geçen diyalogların bu yüzyılda yaşanma ihtimalinin çok fazla olmadığını biliyorum artık.

Bir zaman sonra yalan söyleyememeye başladım ki çok kötü bir özelliktir. Sizi ahlaksız yapar, sizi çekilmez yapar, sizi kötü yapar, düşüncesiz yapar... Hülasa sizi yalnız bırakır..

Yalnızlık'ı eskiden içerisinde bulunduğum insan yığınından neredeyse taban tabana zıt bir hayat yaşamamın kaçınılmaz sonucu olarak görüyordum. Kapalı bir yerde ömrümü tükettim ve yaşadığım bu istisnai koşullarıne aynı kelimelerden farklı düşünceler üretilmesine neden olduğunu düşünüyordum. Sonuç itibari ile işittiğiniz bir kelime, gördüğünüz bir resim sonrası aklınıza düşenlerin belirleyicisi geçmişiniz.. Korkutucu olduğu kadar olağan bir şeydi yalnızlık..

..ve fakat bugün artık bilinçli bir tercih olmuş durumda. Bir zaman insanlarla beraber gülüyorsam on zaman katlanamıyorum.. Yorduldum da biraz ve hatta Metin Üstündağ'ı da anarsak eğer değil birileri..

bazı

kendim

bile

kendime

kalabalık

geliyorum.

3 yorum:

Kamil Güğüm dedi ki...

Abi bu tip yazılarına başlık ararken bu ismi buldun sanırım ama artık "Karalamalar" etiketine yeni bir isim bulman lazım bence :)

Borges dedi ki...

Usta Karalamalar'ın nesi var;) Karalıyoruz işte..

antropoit dedi ki...

Ayrıca; kopyaladım yazıyı, haberin olsun. Metin Üstündağ' ın alnından öpüyorum (ağabeyim yaşında olsa da, olsun.). bu kadar mı iyi anlatır kelimler yalnızlık sevdasını.
--
Velhasıl eline sağlık sn.Borges.
Uykusuzluktan boşboğazlık etmiş olabilirim, mazur görünüz.