Haşim Şahin, Rüştü'nün yaşamını yazmış. "Tuana'nın babası Rüştü" ismiyle bulabilirsiniz. Rüştü anlatmış, o yazmış sözde ama cümlelerin, benzetmelerin pek çoğunu az biraz tanıdığım Haşim Şahin'e ait olduğunu bilince gram keyif almadım kitaptan. Sonunda Fatih Terim'in Rüştü üzerinden anlattığı milli takım yapılanması oldukça keyifliydi. Özellikle son dönemde tartışılan pek çok konuya açıklık getiriyordu aslında. Terim'in Galatasaray'ına ve hatta milli takım başarısına kadar uzanan bir jenarasyonun nasıl ortaya çıktığını görmek ister misiniz? Aslında Almanya üzerinden anlattıklarımın biraz farklı versiyonu. Elbette bugün çok daha titiz, çok daha detaylı bir çalışma yapılması gerekiyor ama bakın o günlerde Fatih Terim neleri "nasıl" başarmış.. Fatih Terim, Rüştü'yü nasıl keşfettiğini ve o dönemki milli takım yapılanmasını anlatıyor..
..............................................................
Ümit milli takım teknik direktörlüğüne başladığımda A milli takımın da antrenörlüğünü yürütüyordum. Şüphesiz eskisine oranla yeni şeyler peşindeydim.Çünkü inandığım bir şey vardı ki milli takımımız kulüp hüviyetine bürünmemişti.Bununda düşünce, yorum ve anlayış eksikliğinden kaynaklandığına inanıyordum.
İşte bu nedenle daha ilk günden başlayarak plan ve proje geliştirdik ekibimle.
Önce Türkiye'yi dokuz bölgeye ayırdım ve bölge antrenörleri tayin ettim.Antrenörlerimiz düzenli olarak bölgelerindeki tüm maçlarını izliyorlardı.Bu maçlarda dikkati çeken futbolcular periyodik olarak izleniyordu. Hemen her ay önüme düzenli olarak listeler konuluyordu ve ekibimle değerlendirip bilgisayara aktarıyorduk bu isimleri.Üstelik sadece bir kez değil, birkaç kez izliyorduk.Sözgelimi kasımda izlenilen futbolcular şubatta, mayısta da izleniyordu ve gösterdikleri aşamaları değerlendiriyorduk. Bunlarla da yetinmeyip, liglerin bitiminin hemen ertesinde bu arkadaşlarımızı belli bir yere toplayıp seçmeler yapıyorduk.
Yanılmıyorsam Rüştü'yü de bu seçmelerin İzmir ayağına çağırmıştık. O dönemde üçüncü ligde oynuyordu ve Burdur Gücü'nün de üçüncü kalecisiydi.Rüştü'yü İzmir'deki o seçmelerde beğendim, daha doğrusu ondaki yeteneği gördük, Rasim Kara ile birlikte.
Ancak Rüştü çok gençti ve önünde de iki tane iyi kalecimiz daha vardı. Bu iki kalecimiz hem yaşça Rüştü'den büyük hem de o dönemde ondan daha iyiydiler.
"Bak evladım, sen çok yetenekli bir gençsin, önünde iki arkadaşın var, ama kaleci kazağı burda. Durma çalış, hem de çok çalış. Bu kazağı hak ettiğin an sana vereceğim" dedim.
Tabii, bu samimi düşüncemdi.Çünkü inanmadığım bir şeyi hiç kimseye söylemem ben. Belki hemen olmayacak, biraz zor olacaktı bu iş ama olacaktı ve buna inandığım için de bu düşüncemi ona söyledim. Şüphesiz, bunu biraz da bilerek söyledim.Çünkü, biliyordum ki, benim ağzımdan bu sözleri duyan o yaştaki çocuk mutluluktan uçacak ve bir amaç sahibi olacak ve daha çok çalışacaktı.
Peki, neden böyle davranıyordum. İnandığım bir gerçektir, sıradışı şeyler yapmak, ya da başarılmayanı başarmak risk isterdi. Dolayısla seçmenin, bulmanın ve yaratmanın sıradan insanların işi olmadığını da biliyordum. O halde belli riskleri göze almadan önemli şeyleri başaramazsınız.Kaldı ki seçmek kadar yetiştirmek ve yeni isimleri futbolumuza kazandırmak da önemli bir takım meziyetler istiyordu. İşte, Rüştü'yü daha o yıllarda, üçüncü ligdeki bir takımımızın üçüncü kalecisi olduğu halde seçmemizin nedeni buydu.
Aslında, Rüştü konusundaki bu tavrım başka futbolcular için de geçerliydi.Sergen ve Tugay'da olduğu gibi. Tabii, bütün bunlar kolay olmadı.O yıllarda Türkiye'de olduğum halde iki ay hiç evime uğramadığım dönemler oldu.Yani bu kadar yoğun ve ciddi çalışıyorduk.O kadar ki Türkiye'deki tüm takımlardan belirlediğimiz yüzlerce futbolcunun yaşı, meziyetleri, karakteri ve mevkisindeki performansını tek tek listelere döküyorduk.Arkadaşlarımla oturup değerlendirirken Türkiye ligindeki takımlarımızın yöneticilerini de o değerlendirmelere çağırıyorduk.Dahası kulüp yöneticilerimize de bu futbolcularla ilgili tavsiyelerde bulunuyorduk. Mesela "forvette şu, orta sahada bu, defansta şu" diyerek gencecik çocuklar için referans oluyorduk.
Peki, nedenbu yolu seçiyorduk. Bunun iki sebebi vardı.Birincisi ve en önemlisi geleceğin A Milli takımını oluşturmak.Doğal olarak ikincisi de bu çocukların oynayarak pişmesini fırsat yaratmak ve tabii bu arada kulüplerimizin de ucuz yoldan genç yeteneklere kavuşmasını temin etmek.
Bir ara iş öyle bir boyuya geldi ki ekip arkadaşlarım yorulmaya başladılar ve " Hocam, yöneticilerin transfer konuşmalarından bıktık" dediler. Ben de onlara "iyi, o halde koltuklarınızı onlara verin, çünkü yöneticiler bu çocukları alıp takımlarında oynatacaklar ve sonra da milli takıma verecekler, bundan hiç yakınır mı insan" dedim.
İşte, bu anlayışla çalışıyorduk ve Rüştü'yü de bu amaçla takibe almıştk.Hatta, hiç unutmuyorum, birgün Sürmeli Otel'de kampımız vardı.Daha kampın başında bana şöyle bir eleştiri gelmişti. "Bu nasıl iş, Rüştü denilen çocuk kendi takımında üçüncü kaleci, ama Ümit milli takıma çağrılıyor" denmişti. Oysa biz kendi takımında oynamasa da Rüştü'yü izliyorduk.Çalışıyordu, üçüncü kaleci olduğu halde birinci kaleci gibi antrenmanlarda performans sergiliyordu.Nitekim, üçüncü kaleci Rüştü, daha sonraki bir kampımıza kulubü tarafından gönderilmeyince, hemen faks çektim ve " derhal gönderin, yoksa ceza yersiniz" dedim. Demek ki, Rüştü artık takımı için de önemli bir hale gelmişti ki kampımıza gönderilmek istenmiyordu.Çünkü, o hafta çok önemli bir maçı vardı Antalyaspor'un.Şüphesiz bu da bizim ciddi çalışmamızla olmuştu.Çünkü kulüp antrenörleriyle diyalog içindeydik.Beğendiğimiz gençler takımlarında yer bulamıyordu bazen. Antrenörlerine rica ediyorduk "hiç olmazsa hafta arasındaki amatör maçlarda oynamasını sağlayın" diyorduk, sağolsun onlar da bu konuda bize yardımcı oluyorlardı.Hatta, beğendiğimiz bu futbolcuların oynayarak pişmesi için onları bazı kulüplere tavsiye ediyorduk.Nitekim, Rüştü'nün, Antalyaspor'la ilk anlaşması da böyle olmuştur.Bizim tavsiye ve referansımızla Antalyaspor alınmıştır Rüştü.
.....
Aslında o dönemde bilgisarımızda tespit ettiğimiz tam 215 tane genç vardı.Ve bu çocukların içinde çok önemli yetenekler yer alıyordu.Ama ilginç olan şuydu, kendi takımlarında ilk on sekize giremeyenlere bile, yer veriyorduk biz milli maçta.Mesela, isveç'le oynadığımız A Milli maçta benim oynattığım Sergen, kendi takımında o dönem ilk on sekizde yer almıyordu.
Tabii, o yıllarda yaptığımız çok güzel bir iş daha vardı.Milli takımlar, kulüp ve bölge antrenörleri çok hoş bir diyalog içindeydik.Adeta saygı ve sevgi temelinde kenetlenmiştik ve bilgisayarlarla çalışıyorduk, her futbolcunun gelişimini izliyorduk. Bu da yetmez, aile yapılarına kadar gözönünde tutuyorduk.
O kadar titiz ve sistemli çalışıyorduk ki, yeni bir yeteneği bile hemen değerlendiriyorduk.Mesela, ümit Milli Takım, İzmirspor'la bir hazırlık maçı yapıyordu. İzmirspor'un sol kanadında oynayan futbolcu dikkatimi çekti ve baktım bizim bilgisayarda adı yok.Doğan Emültay hocamıza sordum, 1970 doğumluymuş ve adı Hamza'ymış çocuğun.Maç bitti, çocuğu çağırdım ve hemen Efes Otel'deki Ümit Milli Takımın kampına katılmasını söyledim. İşte bu çocuk sonradan yıllarca Galatasaray'da oynayacak olan Hamza'ydı. Zaten daha sonra da 1993 yılında A milli takıma aldım Hamza'yı..
....
...Mesela, Rüştü'nün Antalyaspor'da üçüncü kaleci olduğu dönemi anımsadım o an. Hiç unutmuyorum, Kanal 6'da yayımlanmıştı. Antalyaspor'un bir maçından çekilmişti. Maç devam ederken birinci kaleci kalede, ikinci kaleci yede kulübesinde ve üçüncü kaleci olan Rüştü de tribünde çekirdek yiyor, çıtlata çıtlata.Kanal 6'nın yorumu da aşağı yukarı şöyleydi: "çok garip, Antalyaspor'da tribünlerde oturuyor, ama Ümit Milli Takım'ın birinci kalecisi".
4 yorum:
Yıllardır bloglarda neden Fatih Teim dediğimizin somut delili makaleniz. Fatih Terim ülke futbolunun sistem adıyla anılmasını sağlayan ilk türk teknik adamdır. Jose Morinho nun türk futbolundan bahsederken 2000 uefa şampiyonluğu maçlarından çok etkilendiğini söylemesi,Arsen Venger in Lippi nin methiyeleri vb... Biz de ise şanslı hoca.enteresan. Fatih Terim in kaybettiği 2008 Almanya maçındaki,yine kaybettiği 2010 elemelerindeki İspanya maçları dominant oynadığımız milli maçlardı. Son 5 senenin dünyada 1ve2 numaralı milli takımlara karşı oyun üstünlüğünü kurması onu tanımlamak için yeterlidir.
Yalnız, şu kısımda bir sorun var
"Mesela, isveç'le oynadığımız A Milli maçta benim oynattığım Sergen, kendi takımında o dönem ilk on sekizde yer almıyordu."
Sergen, tam da Terim'in bahsettiği İsveç'le oynanan milli maç evveline tekabül eden, 94-95 sezonun ikinci yarısının ilk 10 maçının; 7'sine ilk 11'de başlamış, 2'sinde sonradan oyuna girmiş, 1'inde ise sakat olduğu için oynamamış ve söz konusu 7+2 maçta 4 de gol atmış.
Fatih Terim şüphesiz ki çok hırslı bir adam ve o basamakları tırmanırken çok emek verdiğine eminim ve fakat aynı durumu 60 yaşına geldiği bu dönem için söyleyemem. Kulübünde çok kötü futbol oynayan Serdar Aziz'i milli takıma alıp Akhisar'dan Uğur'u almaması GS'da yerli transferde yaptığı milyon euroluk hatalı tranferler. 3 milyon Sercan, 2.5 milyon Yiğit bence iyi araştırılıp yapılan transferler olmadı.
Bütüne bakmıyorsun Sinan. Ayrıntıysa ben sana dünyadaki her teknik direktörün yaptığı asgari bir saçmalık bulabilirim. Ki Serdar Aziz'i almak çok da büyük saçmalık değili.Nihayetinde sonuçlar konuşur. Belki Terim Volkan Yaman'ı alıyor milli takıma ama mesele şu ki koyduğunda ondan verim alıyor daha yetenekli olanını görener o yeteneğin onda birini ancak ..
Burada yapılan çalışmaya bakmalısın. Bölge bölge ayırıp Rüştü'yü üçüncü lig takımının üçüncü kalecisi olarak hazırlamasına.. O dönemi hatırla. vedat'ları Rüştü'leri.. v.s.
Yorum Gönder