22 Mayıs 2009
Shine.!
Size burada kitaplardan,filmlerden ve hatta müziklerden dahi örnekler sunar iken istisnalar olsa da genelde baz aldigim kistas kendi yasamimda önemli bir noktada duruyor oluslaridir. Dönüstürücü etkileri en önemli kriterdir.
Shine ve öncesinde de Il Postino ve hatta Daniel Day Lewis'in In the Name Of Father filmi cok önemli yer tutar benim cocuklugumun sinemasinda.. Zira devrimci etkileri olup kendisine kadar olan yolu sonlandirip baska bir yolu benim icin acmislardir..
Nasil ki müzige Emrah'in boynu bükükler kasedi ile muhtesem bir giris yapmis isem sinemaya da Altar'in Oglu Tarkan ile girmisimdir.. Köyün kahvesinde izledim ilk sinema filmiydi. Film secme sansi degil film izleyip izlememe secenegine sahip idik sadece.. Bir sekilde yas tutmamasina ragmen film zamani kahveye aldilar beni ve böylece Altar'in Oglu Tarkan ilk seyrettigim ve haliyle etkilendigim film olmustur.. Sanatsal acidan pek bir degeri olmasa da benim adima oldukca önemli bir filmdir..
Sonra Izmir.. Yurttan kacmalar basladi. Kiz arkadasim ile gidebilecegim herhangi bir yer yoktu. Kacar kacar sinemaya giderdik.. Cok keyif alirdim. Su dönem dahi kaldiramayacagim sorunlarin oldugu yerde filmin akici olmasi istedigim tek seydi. Istiyordum ki üc saat boyunca beni kendi dünyamdan cikarsin ve baska bir yasamin icerisine soksun.. Sinema benim icin cok basit bir siginakti. O dönem varolan bütün sorunlarin, stresin ve her seyin bir süreligine yokolmasinin en güzel yoluydu ki bugün bile biraz öyledir. 90'li yillarin basindan bahsediyorum ve haliyle koca izmirimde üc tane sinema vardi benim bildigim.. Sonradan San filan gelse de uzunca bir dönem Konak,Cinar ve kordondaki Izmir sinemalari seceneklerimin tümü olusturmuslardir. Filmler cabuk bir sekilde tüketilince istemedigimiz yapimlara girmek zorunda kaliyorduk caresizlikten.. Vurdulu kirdili-aksiyon-Romantik(bodyguard)-Korku.. Hollywood'un her seyi olurdu bize ama bu olmazdi. Il Postino.. Zorunluluktan girdik ama etkisi inanilmazdi.. Bunu cok baska bir zamana birakiyorum simdilik..
Shine ise yas da biraz kemale erdiginden geri dönüsü olmayan yola beni sokmustur. Bu filmi izledikten sonra o güne kadar izledigim kolay tüketilebilir holívud filmleri ile arama mesafe koymama yol acmistir. Cumartesi seyrettim ve Pazar günü baska arkadaslarla bir daha seyrettim. bir gün arayla sinemada iki kez izledigim ilk ve belki de tek film olarak kalacaktir hayatimda..
Gercek bir hikayedir. Avustralyali piyanist David Helfgott'in yasam öyküsünün sinemaya aktarilmasidir.. Film, bu yetenekli piyanistin cocuklugunun uzun uzun anlatimi ile baslar.. Kati kurallari olan bir ailenin cocuklaridir David ve kizkardesi.. (ismini unuttuk) Babasi disiplinli bir sekilde daha cok kucuk yaslarda cocuklarinin piyano egitimi almasi icin bütün sartlari zorlar.. Piyanoyla büyütür onlari.. Iki kardes yetenektir ve uzunca süre piyano egitimi alirlar ve cesitli ödülleri teker teker toplamaya baslarlar..
Cocuk kizkardesinden ayrilip daha cok basarili oluyor ve yurt disi imkani doguyor. Baba oldukca kati bir tutum sergiliyor ve cocugun disari gitmesine kesin bir yasak koyuyor.. Cesitli yerlerden burs alsa da baba hicbir sekilde izin vermiyor ve gidersen eger geri dönüsü yoktur diye son sözü de söylüyor.. David, yillar yili sorunsuz itaat ettigi babasina resti cekip kazandigi bursun pesinden ülkesini ve ailesini terk ediyor.. David kiriyor parmakliklari, borges kiramiyor ama kirilmasi gerektigini cok iyi bir sekilde anliyor.. Babasi, David'in gidisi sonrasi ona dair ne varsa yakip yikiyor.. Bir adamin yasam kurallari kendi cocugunun önüne gecemiyor ve nedendir bilmem bu beni inanilmaz rahatlatmistir..
Özgürlüge dogru kosan yetenekli David okulda kendisini asan bir koncertoya sevdalanir.. Rachmaninoff Concerto 3 . Basarmasi gereken onca dersinden sadece birisidir aslinda.. Bir ögrencinin asla bulasmamasi gereken, kendisini asan bir koncertoyu calma sevdasina kapilarak hem gercek hayatta ve ayni zamanda filmde kisaca delirir.. Muhtemelen vardir bir adi hastaliginin.. Cok parlak bir piyanist adayi iken birden cöküs baslar.. Sinir hastaliklarina yani deliler hastanesine yatar ve her seyini kaybeder.. 10 yil boyunca burada kalir.. Cikista babasina gider lakin dönüsü olmadigini söyleyen baba on yil sonra bu konuda ne kadar ciddi oldugunu bir daha hatirlatir bizlere.. Ben yine rahatlatim bu arada.. Her bakimdan yerlerde gezinen adam bir gün bir yerde öylesine duran piyanonun basina gecer.. Digerleri dalga gecer o deli-dolu tavirlariyla taburenin basina oturdugunda lakin sonra isler degisir.. Mahallenin delisi aslinda dahi oldugunu önce piyanonun cevresindekilere ve sonra konserlerle bir dönem düsmanlari olarak addedilen insanlara.. herkese..
ve yeniden dogus gerceklesir.. Bu yeni deli-dahi kisiligi o kadar güzel bir sekilde yansitilir ki belki de ilk defa dahi ile delilik arasindaki o gecisi bu film yoluyla kavramisimdir..
Filmi sinemada iki kez seyrettim bundan on küsür yil önce. Bir daha hicbir yerde karsilasmadim.. Bulursaniz seyredin derim sadece..
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
8 yorum:
Korsakov - Flight of The Bumblebee
az daha beni çıldırtıyordu.
Bu parçada birşeyler var.Youtube videolarının mp3'e çevrildiğini duyduğum an anında işlemi gerçekleştirip mp3'e çalara yükledim.Dışarı çıktım ve feci depresyona girdim.Kulağımda gün boyu bu parça.Eve gelir gelmez yok ettim.
Tekno altyapılı ''modern'' Bumblebee, benim dinleyip kafayı yediğim:
http://www.youtube.com/watch?v=kwd5f6dJpdw
Bu da orijinal çalım, parmakları görebilen? :
http://www.youtube.com/watch?v=h6A-JYbu1Os&feature=related
Bu filmde rol alan Noah Taylor'ı Schalke'de oynayan Levan Kobiashvili'ye benzetmişimdir.
shine eşsizdir, geoffrey rush gibi...
oscar aldı zaten bu rolüyle 97'de ama bu filmde bir oscar'dan çok ötesidir rush hatta helfgott'un kendisinden bile ötede... barda çaldığı flying of the bee'ydi yanlış hatırlamıyorsam... rachmaninoff cd'leri aratmıştır izledikten sonra bana ki, berjer koltuklardan kalkmayan bir adam için büyük hikaye...
kızkardeşin adı slyvia ama ben baba için ayrı bir paragraf açmak isterim... armin mueller-stahl, gizli kahramanıdır filmin, öyle dehşet bir baba figürü çizmiştir ki, deliliğin başladığı nokta orasıdır aslında, sevginin delirttiği bir adam ve oğlu...
shine eşsizdir ve o kırlardaki çıplak koşuşu kadar çıplak bir filmdir (iyi anlamıyla)...
dahililikle delilik iç içe demekki. bişeylerle uğraşırsın başarabilirsen voov dahi adam olursun ya da başaramazsın arkandan bi garip deliydi Allah rahmet eylesin derler.
3 yıl önce islemiştim,filmin sonunda gözlerim doldu. o zor olan besteyi çıkartmanın verdiği sevinçle çalarken, dahilik çizgisini aşıyor ve acı gerçek..:(
Gerçekten harika bir flimdi.İnsanı inanılmaz etkiliyor.Burdaki başarısı dahi-deli periyodunda, Akıl Oyunları'ndaki iadeyi itibar gibidir.
12 Angry Men, The Shawshank Redemption,Basile,Mr.Smith in Washington(özellikle kürsüde bitmek bilmeyen konuşması)Forest Gump,Truman Show tam olarak anı çizgide olmasa da istemenin, başarmanın yarısı olmasına örneklerdendir...
il postino ve cinema paradiso hayattır.
hiç bitmesini istemezsiniz bu 2 filmin.
ve en sevdiğim 2 filmdir bu yüzden.
il postino yazını sabırsızlıkla bekliyorum.
zamanında karalamıştım birşeyler.
http://sairlerparki.blogspot.com/search/label/il%20postino
marmara
son videodaki bölümü yüzlerce kez seyretmişimdir. bir dehanın rahatlığı, kaprisleri olmadan yaşayabileceğinin göstergesi, kategorisinde imparator olan birinin alelade yaşantısından kesitler, atılan lafları önemsememe, özürler, insanlara ağzından çıkanları yetenekleriyle yedirme...
Shine...
Yorum Gönder